Bizim adına analarımızdan mülhem olarak “Anadolu” dediğimiz bu kutlu coğrafyadaki hikâyemiz burada başlamadı. Öncesi var elbette… Adına Orta Asya dediğimiz coğrafyada başladı hayatımız… Kısaca “Türk ili” yahut “Türkistan” diyelim buraya… Sonra kader, bu kutlu millete bir görev verdi. Bunun neticesinde Hakk’ın, adaletin, insaniyetin bayraktarı olarak bütün coğrafyalara bir göç başlattık.
Zorlu mücadeleler verdik. Sonra yurt tutacağımız Anadolu’ya geldik. 1071 bu toprakları fethedişimizin tarihidir. Lakin öncesi de vardır. Buna göre Selçuklu Devleti henüz kuruluş aşamasında iken Anadolu üzerine ilk Türk akınları da 11. yüzyılın ilk çeyreğinde başladı. Buraya gelen sadece askerler değildi. Onlardan önce ve onlarla birlikte Ahmet Yesevi ocağında yetişen dervişler de gelmişlerdi. Bunlar Anadolu’nun değişik yerlerinde İslam’ın yayılması için çalıştılar. Böylece Anadolu’da askeri fetihten önce bir gönül fethi gerçekleştirdiler. Anadolu onların faaliyetleriyle askeri fethe hazır hale geldi.
Bu tarihi hadisede öne çıkan isim elbette Türkistan’ın ulu piri Ahmet Yesevi hazretleridir. Çok şükür ki, 19-23 Aralık 2107 tarihlerinde onun yurdunu ziyaret bize de nasip oldu. Türkçe’nin Uluslararası Şiir Şöleni münasebetiyle buraya gelen şairler arasındaydık. Tataristan’dan Bulgaristan’a, Batı Trakya’dan Kıbrıs’a, Özbekistan’dan Kırgızistan’a 25 ülkeden 40 civarındaki şairle onun adını alan üniversitede, Ahmet Yesevi üniversitesinde, buraya çok yakın mesafedeki türbesinden yayılan manevi ışıkla aydınlanarak şiirler okuduk. Güzel Türkçemizin farklı lehçelerinde okunan bu şiirlerle onu andık. Kendisi de şiirler söyleyen Yesevi hazretlerinin huzurunda şiir okumak çok özel bir durumdu. Bunu bize nasip eden Cenab-ı Hakk’a şükürler olsun.
Toplu ziyaretimizi ise Cuma günü gerçekleştirdik. Huzurunda şahs-ı manevilerini selamladık. Niyazda bulunduk. Divanından hikmetler okuyup o hikmetlerin sırına vakıf olmaya çalıştık. Geniş bir alana inşa edilen bu külliyenin her noktası onun hatıralarıyla dolu idi. Her birini dikkatlice görmeye ve anlamaya çalıştık. En çok da 63 yaşına geldiğinde Hz. Peygambere saygısından dolayı kendisini halvete kapattığı çilehanesi çok etkiledi. Tek başına bu olay bile Yesevilik’te Hz. Peygamber sevgisinin ne kadar önem taşıdığının bir göstergesiydi. Divanında yer alan “Bizden sonsuz selam ya Mustafa Muhammed Tahiyyat‐ı bîşumar ya Mustafa Muhammed” şeklinde yüzlerce beyit de bu sevginin bir başka tezahürüdür. Günümüzde peygambersiz/sünnetsiz/hadissiz din anlayışına ulu pir ta o zamanda muhteşem bir ikazda bulunuyordu: “Benim hikmetlerim hadis hazinesidir/ Kişi pay götürmese, bil habistir/ Benim hikmetlerim Sübhân’ın fermânı/ Okuyup bilsen, hepsi Kurân’ın anlamı”
Ahmet Yesevi hazretleri Kur’an ve Hadis’e dayalı bu hikmetlerini Türkçe söyledi. Hikmetlerinin birinde şöyle diyordu: “Sevmez sözde bilginler/Bizim Türkçe dilini/Bilgeler konuşursa/Açar gönül ilmini/Ayet ve hadis Türkçe/Söylenirse duyarlar/Anlamına erenler/Baş eğerek uyarlar/Ey miskin Hoca Ahmet/Yedi atana rahmet/Fars dilini bilsen de/Sen Türkçene devam et” Bu bilinç o kadar önemliydi ki o hitap ettiği milletine kendi diliyle seslendiği için sözleri anlaşılır oldu ve gönüllerde yer etti.
Bir diğer önemli husus da şudur: Onun yaşadığı yıllar büyük ihtimalle M.S. 1093-1166 arasıdır. İşte bu süreçte İslam’la tanışıp aydınlanan bu coğrafyanın insanları daha sonraları Sovyet işgaline ve zulmüne maruz kaldılar. Kimlik değişimine zorlandılar. Ama yapılan baskılar ne olursa olsun bu topraklardaki Ahmet Yesevi gerçeği onların tümüyle asimile olmalarına engel oldu. Bu yüzden kimi problemleri yaşasalar bile o bölge insanları hâlâ din olarak kendilerini “Müslüman”, milliyet bakımından “Türk” olarak tanımlıyorlarsa, oralarda yine ezan okunuyorsa, camiler açıksa bunun en büyük sebebi Yesevi hazretlerinin varlığıdır. O, ayrıca ışığını dervişleri vasıtasıyla Türkistan’dan, Maveraünnehr’e, Horasan ve Harezm’e, Anadolu’ya ardından Balkanlar’a da yayarak buraları da aydınlattı ve Anadolu da Yunus Emre, balkanlarda Sarı Saltuk gibi hakikat erleri yetiştiyse bu en çok da Yesevi ruhaniyetinin bir tecellisidir. Şimdi o Yesi’de (Türkistan’da) yine hikmetler söylemeye devam ediyor. Bunları duyan gönüllere selam olsun. Sözü onun Divanındaki ilk dörtlüğüyle tamama erdirelim. “Bismillah deyip beyan ederek hikmet söyleyip/Taleb edenlere inci, cevher saçtım ben işte/Riyazeti sıkı çekip, kanlar yutup/”İkinci defter” sözlerini açtım ben işte”.