18.yy başlarında Osmanlı gerileme dönemine girmişti.
1699 Kaflofça ile başlayan toprak kaybı, sonrasında da genişleyerek devam etmişti.
Padişah III. Ahmet, ülkenin reformlara ihtiyacı olduğunu görmüş ve yenilikler yapmaya karar vermişti.
Önce 1715-18’de Pasarofça Anlaşması ile savaşlara bir müddet son verildi. Barış siyaseti izlenerek olaylardan uzak duruldu.
III. Ahmet’in tahsili iyi ve yeniliklere açık bir padişahtı. Taht mücadelelerinin kaldırılması ile III. Ahmet bir çok alanla ilgilenme fırsatı bulmuş ve kendini geliştirmişti.
Bu çerçevede Avrupa’da yapılan bir çok yenilikleri takip etti ve ülkeye bu yönde reformlar getirdi.
Restorasyon çalışmaları yapıldı, matbaa getirildi ve kitaplar, sözlükler basıldı. Basılan kitapların %70’i satıldı.
Yalova’da kağıt fabrikası, kütüphaneler kuruldu. Tercüme heyetleri oluşturularak çeviriler yapıldı. Bilimsel alanlarda Batı’da verilen eserlerin çevirisi yapıldı ve dağıtımı yapıldı.
İmar faaliyetleri, yerli sanatlar geliştirildi, üretim atölyeleri kuruldu. Kültürel alanda yükseliş başlamıştı.
Bu yükseliş birilerinin hoşuna gitmedi ve Osmanlı’nın tekrar güçlenmesi istenmiyordu. Bu yüzden Venedikliler’in önderliğini yaptığı bir isyan çıkarma çalışmaları başladı.
Sadrazam İbrahim Paşa’nın bu isyanı sezmesi ile her ne kadar önlemlerle ertelenmiş olsada önüne geçilemedi.
Kaybedilen savaşlardan dolayı ekonomik olarak ahalinin durumunun kötü olması ve bir türlü iyileştirilememiş olması da isyan için kullanıldı.
Diğer taraftan da halk içinde dedikodular yayıldı. Sarayda israflar yapıldığı, padişahın hazineyi eğlenmek için kullandığı yayılarak halkın padişaha olan bağlılığı zedelenmeye çalışıldı.
Cephelerde yenilgiler ve çıkan büyük yangınlar malzeme olarak kullanıldı. Padişahı zevk ve sefa içinde olmakla itham eden iftiralar yayıldı. Kara propangandalar genişledikçe genişledi ve Lale Devri ismi takılarak reformlar itibarsızlaştırıldı.
Patrona Halil diye biri isyana ele başılık yapması için ikna edildi. Patrona Halil, hamam tellalıydı ve eski yeniçeri olmasından dolayı cesaret vermek için koramiral deniliyordu.
Ayrıca Patrona Halil’in ihtisası yoktu, eğitim almamıştı. Hatta okuma yazma bile bilmiyordu.
İsyan hazırlığı 8 ay sürmüştü.
Din için bayrak açtıklarını iddia ederek İslamiyet’in gerekli hususlarını yerine getirmek için ayaklandıklarını ileri sürdüler.
İsyan edildiği gün padişah İran seferi için saraydan çıkmış Anadolu yakasına doğru harekete geçmişti. Sarayda herhangi bir saldırıya karşı direnecek güçlü kuvvetler yoktu.
Patrona Halil’e bazı yeniçeriler katılarak destek verdi. İsyan başladı. Baskılarla halkı isyana kattılar. Yaptıkları propaganda ile güçlü oldukları izlenimi vermiş ve isyan genişletilmişti.
Deli İbrahim adında birinin isyancılara katılarak fetva vermesiyle İstanbul’da ezan okunmadı ve namaz kılınmadı. Sözde Patrona Halil din için isyan ediyordu.
Padişahın ve devlet erkanının geç müdahalesi ve halkın yönetime destek vermemesinden dolayı başarılı oldular. Sadrazam İbrahim Paşa başta olmak üzere devlet erkanından 37 kişinin kellesi istendi.
Padişah vermediği sürece şehir harap ediliyor, baskınlar ve yangınlar çıkarılıyordu. Padişah kabul etmek zorunda kaldı ve istenilen isimler idam edildi ama isyancılar daha da cesaretlendi ve padişahın tahtan inmesini istediler.
Mahmut tahta geçti ve eşyalıklarını devam ettiren Patrona Halil ve isyancıları öldürtterek bu belayı devletten def etmiş oldu.
Peki bu isyanı neden anlattık?
Patrona Halil isyanı 1700’lerde yaşandı ama bizde 2. Patrona Halil isyanıyla yüzyüze kaldık: FETÖ isyanı… İkisinin benzerliği gerçekten dikkat çekici…
-15 Temmuz darbe girişimi hazırlıkları yaklaşık 9 ay sürüyor. Tıpkı Patrona isyanındaki gibi…
-Darbe girişiminin Batı destekli olması,
-FETÖ ele başının Patrona Halil ile benzerlikleri; Gülen’in ilkokul mezunu olması ve Kainat İmamı denilerek hem cesaretlendirilmesi hem de destekçi toplanması,
-Darbe günü, başkent Ankara’da yöneticilerin olmaması, Cumhurbaşkanı’nın Marmaris, Başbakan’ın ise İstanbul’da olduğu günün seçilmesi,
-Her iki isyanında kanlı bir şekilde sonuçlanması..
-Birtakım isyancıların kendini gizleyerek saklanması ancak sonra yavaş yavaş hepsinin bulunması,
-İsyan, Türkiye’nin terör örgütleri tarafından hem içte hem de dıştan tehdit altındayken yapılması,
-Hükümetin isyan öncesinde itibarsızlaştırılma propagandaları, gibi bir çok benzerlik taşımaktadır.
Anlayacağımız şu: Osmanlı’dan beri bazı dış güçlerin desteğiyle içerideki güçlerin harekete geçirilmesi sonucu günümüze kadar hep isyanlar çıkarılmış ve her seferinde zarar gören yine kendi devletimiz olmuştur.
Hep aynı oyun, hep aynı senaryo… Belki oyuncular farklı ama yöntem hep benzer..
Ve biz hala bunun idrakinde olmadan bu oyunlara kanar haldeyiz.
Ancak tek bir fark var ki o da 15 Temmuz ile bu kısır döngüyü kırdığımızdır. Amma velakin her şey bitmiş değildir!
Aslında oyun yeni başlıyor.
Farklı farklı yüzlerle üzerimize geliyorlar. Kah içeriden kah dışarıdan.. Kah Zarrab davasıyla kah Kudüs mevzusuyla… Oyunları bitmez, bitmeyecek..
Verdiğimiz kayıplar belki de gelecekte vereceklerimizin yanında bir hiç kalacak.
Lakin yılmak yok!
Eğer biz 15 Temmuz’daki birliğimizi ve dirliğimizi kaybedersek, sınırlarımız daralacak, toprak ve can kayıplarımız artacak. Amaçları da bu Müslüman coğrafyasını getirdikleri kuklalarla nasıl böldülerse bizi de içimizde bölmeye çalışıyorlar.
Uyanık olalım… ABD bizi arkamızdan bıçakladı, ikiyüzlü oyunlarla üzerimize sürekli oynamakta. BM’de Kudüs kararıyla zafer kazandık sanmayalım, asıl atakları şimdi başlayacak.
Daha çok yüklenecekler, daha fazla kan akıtmak için uğraşacaklar.
O yüzden her zaman tetikte olmalı ve dostumuzu dikkatli seçip, düşmanımızı ve onların taktiklerini iyice bilmeliyiz.
Gerçek şu ki bizim iman kardeşliğinden başka kardeşliğimiz yok. İman da her Müslümanım diyen de yok!
Davamız sadece kardeşliğimiz, birliğimiz, vatanımızın kutsallığı, dini İslam’ın yücelişidir.
Tek sığınağımız İslam’ın iman kanadıdır, tek dostumuz Allah’tır.
Biz doğru yoldan sapmadığımız sürece kimse sırtımızı yere getiremeyecektir.