Ne denli bir sırdır ki akıl almaz Yâ Rab!
“Gizli bir hazine idim, bilinmekliğimi diledim.”
“Size şah damarınızdan daha yakınım.”
“Tüm âlemler O’nun nurundandır. Ve O tüm sıfatlardan münezzehtir.”
“Yeryüzünde O’ndan gayrısı yoktur.”
Bilemiyor insan… Tüm bu karmaşa içinde kaybolup gidesi geliyor birden bire. Bir kaç cümle ve biraz tefekkür nereden nereye sürüklüyor insanı. Cevabını aramamız gerek onca soru varken biz nelerle uğraşıyor, nelere kaptırıyoruz kendimizi.
“Allah’ın zâtı düşünülmez.” diyorlar. Allah’ın sıfatları, yarattıkları, karşılaştırdıkları üzerinden Allah’a varılmalıdır diyorlar. Düşünen kim ise işin ucu inkara kadar gider diyorlar. Peki ya yaratılan tüm kâinat ve mahlûkat Allah’tan ayrı değilse yine Hakk’ın zâtını düşünmüş olmuyor muyuz?
Bazı soruların cevaplarını bulamıyor insan. Hiç bir nesne yok ki Hakk’tan gayrı ve yine hiç bir aşk yok ki O’nun aşkından gayrı. Cenab-ı Hakk bizleri bilinmekliğini dilediği için yarattı diyoruz. Bizler O yüceliğin aynaya yansımasından başka bir şey değiliz ki. O halde bunca çaba, bunca uğraş niye? Kendini bilen Rabbini bilir buyuruyor Hakk, zaten bu kul yine Rabb’den başkası değil ki. O yüce zâtının binbir suretinden sadece biri.
Kafanız karışıyor belki ancak böylesi mevzular bu fakire göre üzerinde düşünülesi şeyler. Cenab-ı Hakk kendine duyduğu aşk üzerine yaratıyor cümle âlemleri. Kendine duyduğu aşkı tecelli ettiriyor Muhammed’in nurunda.
Hakk’tan kopup geldik ve Hakk’tan ayrı değiliz diyoruz. Peki nereden nereye bu yolculuk? Kendinden kendine, dışarıdan içeriye…
Biz ki bu yeryüzünde Hakk’ın bir yansımasıysak ve bizler Hakk isek, Hakk’tan bir parça isek bu dünyanın aslında hiç var olmadığını, ailenizin, arkadaşlarınızın, sevdiklerinizin hepsinin birer hayal olabileceğini hiç düşündünüz mü? Hepsini kafanızda kurguladığınızı, aslında sadece bir başınıza olabileceğinizi hiç hatırınıza getirdiniz mi?
Hakk’tan ayrı olmayan bir nesne yok iken, insanın kendinde ki Rabb’i bulmaya çabalaması ne anlama geliyor hiç düşündünüz mü?
Hakk kendi kendinde unutuyor kendini ve farklı farklı suretlerde, başka başka bedenlerde bulmaya çalışıyor nurunu. Öyle ki unutuyor insan zâtını, zâtının varlığını. Belki onun için deniliyor adına insan, belki onun için bilinmeklik diliyor Cenab-ı Hakk. Belki koca bir dünya yaratıyor kendine, hayalini kuruyor ve Ol! demesi yetiyor her şeye.
Nedenler ve niçinler cevapsız kalıyor çoğu zaman. Eminim ki bu konuda kilit noktalardan bir tanesi. Ne nedeni var ne niçini. Eğer bir gün kâmil mürşid elinde kendimizdeki Rabb’e ulaşabilirsek cevaplarını bulacağız tüm soruların. O güne kadar muallakta kalacak her şey. Bildiğimiz tüm şeyler dibe vurunca; hiçliğin huzuru ruha işlenince işte o zaman varacağız işin hakikatine. Zaman tamam oluncaya dek gönülde tek bir zikir, dilde aynı nida;
“Sırrı sır edenin demine hûû!…”