Hakikat söze gelmez derler Erler, yaşayan bilir vesselam!
Hakikat ehli de öyle herkes olamaz ki o Allah’ın tasarrufundadır. İstediğini seçer ve yakine getirir.
Hakikat Erleri de “bende hakikat var” demez. Keramet gösterme peşinde koşmaz. Tek gayeleri O’nun aşkı ve muhabbetiyle hakikat ışığını yaymak Hakk için acziyetle hizmettir.
Allah öyle herkese de hazinesini açmaz. “Oldum” diyene hele hiç açmaz. Nazlıdır. Yokluk, hiçlik, terk-i terk ister.
Zerre nefs kaldırmaz hakikat. Bildiğimizden değil elbet.. Hakk dostlarından öğrendiğimiz kadarıyla aktarmaktır gayemiz.
Hakikat, ilmi yüksekmiş, tahsili çokmuş, titri sahibiymiş ona da bakmaz. Hakk kurbiyete bakar kurbiyete!
O’nun ilmi her şeyden üstündür. Lakin bundan bihaber olanlar titri görmek isterler.Tahsili yüksek olmasını dilerler. Hemen keramet görmek isterler. Şekli kaideleri tamamlıyor mu onu analiz ederler.
Peki ya batın!
Niceleri var elbet Sultanlık peşinde olan!
Bir menkibe vardır anlatalım.. Bir adam çok güzel namaz kılarmış. Öyle güzel kılarmış ki görenler hayran kalırmış. Çok da büyük zevk alarak kılarmış. Bir gün o adamı namaz kılarken görenler “ne güzel namaz kılıyor” diye aralarında konuşmuşlar. Bunu duyan adam namaz sırasında dönmüş bir de şöyle demiş onlara: “Aynı zamanda da oruçluyum.”
Namaz var, namaz var. Oruç var, oruç var. Namazı da orucu da zikri de nefsine hizmet eder hale getirene namaz, oruç fayda eder mi hiç! Önemli olan o namazı da orucu da tüm uzuvlarınla her bir zerrenle kılabilmek ve tutabilmektir.
Tasavvuf ehli Hakk dostları işte böylesi zâtlardır.
Onların işi tecelliyat değildir. İşi tecelliyat olan bir yere kadar alacağını alır mürşidi kamillerden, kendi nefsi ölçüsünde tabi, sonra da çıkar meydana ki yokluk meydanında “ben” demeye başlar. Mürşidi de yok sayar, kulluğu da… Saltanat, el öptürme, ayakların kapandırma peşinde koşar. Acziyet, hizmetkarlık ağır gelir. Kendinde “mübareklik” görür. Kendine mübarek demeye ve dedirtmeye bile başlar. Sonrası ise belli Pirlik peşinde koşar, usul erkan kendince oluşturur hatta ve hatta tarikat bile kurar. Bundan sonrası ise onlara her şey mübahtır artık…
İşte ilmi nefsi ölçüsünde almak böylesi ağır gelir ki insanın ayağını kaydırır götürür nefs çukuruna sonra da çık çıkabilirsen…
Halbuki gaye dört kapıyı arşınlamaktır. Şeriat-Tarikat-Marifet- Hakikat
İnsanın içsel yolculuğunun kapıları… Şeriat Muhammedi şeriattır. Dikkat çekmek gerekir ki Arap İslam’ı ölçüsünde hareket etmek değildir. Şekli ibadetsel kaideleri yerine getirmektir ki her vakitte Hakk ile olabilmektir ana gaye. Esas şekil değildir. Ancak maalesef ki biz şeriat deyince Araplar gibi giyinmek, Araplar gibi düşünmek, Araplar gibi hareket etmeyi merkeze alınca Türk-İslam çizgisinden çoktan uzaklaşmış ve özümüze yabancılaşmış oluyoruz. Öze yabancılaşınca da Allah’tan uzaklaşıyoruz. Ancak Peygamber Efendimiz ne demiştir:
“Ne acemin araba, ne arabın aceme üstünlüğü vardır” Yani gaye Resul’ün ahlakı ve edebiyle donanıp hakikatiyle kuşanmaktır.
Şeriat ilk kapıdır vesselam takılmak olmaz ilk kapıda. Tarikat ise yoldur. Kendi içsel yolculuğuna çıkaracağın meşrebince kendi özüne götürecek bir yol. Yol da esas değildir vesiledir. Marifete yol alabilmektir istenen… Marifet ise Hakikat için vardır. Lakin marifette tamam olduğunu sananlar işte orada merdivenden aşağıya inerler. Hakikat Er kişinin işidir. O yüzden herkes Hakikat ER’i olamaz. Erkeklik, dişilik işi değildir ha! Erlik ne erkekliktir ne dişilik! Dişi de olur erkek kişi de! Dedik ya başta Hakk’ın tasarrufundadır. Bilinmez kimde!
Bir de kendine Allahlık vazifesi biçenler vardır. “Şeriat kaidelerine uymuyor mu öldürmek mübahtır” diye fetva çıkarıverirler hemen… Kafir ilan ederler. Canı kendi vermiştir ya almak da ona helaldir. Ya hu hiç mi bilinmez Allah’ın kullarına olan sevgisi ve merhameti? Allah en küçük hatamızda bile bizi cezalandırmazken biz kimiz ki kendimizce anladığımız şeriat doğrultusunda birilerinin canına kıyacağız! Ne sanıyoruz kendimizi? Her şeye muktedir mi? Allah bilmez mi ne yapacağını da biz biliyoruz?
Velhasıl kelam doğru oturup doğru düşünmek ve Hakk konuşmak farzdır hem de haddini bilmek… Bilmediğimiz davalarda iddia gütmek, bilmediğimiz hususlarda akıl vermek hadsizlerin, benlik davası güden Nemrutların, Firavunların, Yezidlerin işidir.
Ne demiş hakikat ehli “Hakikat önce susmaktır, sonra hizmet…”
Önce susmasını bileceğiz ama öyle sesimizin çıkmaması değildir susmak. Sükuttur elzem olan sükut!
Haddini bilmektir vesselam!