Uzunca bir aradan sonra tekrar merhabalar. Arayı biraz açtık, ayıp bizimdir. Evvela özürlerimi kabul buyrunuz.
Alışık olmadığımız bir süreci yaşamaya devam ediyoruz. Bunun adına şimdilik ‘kontrollü sosyal hayat’ diyoruz. Yine birbirimizden mesafe olarak uzak kalacağız. En azından bir süre daha. Yine bir araya gelmelerimizi erteleyeceğiz. Belki önümüzdeki Kurban Bayramı’nı da evlerimizde geçireceğiz.
Bunlar tabi ki sağlığımız düşünülerek yapılan şeyler.
Tabi dikkatimizi cezbeden şeyler de var. Mesela insanlara çip takılacağı söylentisi. Bunu kim ya da hangi akıl düşünüyor bilmiyorum ama bu gerçekleşirse düşünen bir varlık olan insanı dijitalleşmeye götüren tehlikeli bir süreç bizi bekliyor demektir. Yani hastalık geçireceğiz, sonra bazı işlemler yapılacak ve iyileşeceğiz. Yani bu süreç anlattığımız şekilde giderse uzaktan kumanda ile yönetilen bir cihaz gibi olacak insanoğlu. Öncelikle karşı çıkmamız gereken şey budur. Düşüncelerimizi, hareketlerimizi ve sağlığımızı uzaktan bir kimsenin yönetmesini istemeyiz herhalde. Uyanık olmalıyız. İnsan önemli bir varlıktır ve insanın gücünü kullanmak isteyen zihniyete karşı dikkatli olmak hepimizin görevidir.
Bunlar komplo teorisi falan değildir. İsveç’te ne kadar insanın çip taktırdıklarını isteyen herkes araştırıp öğrenebilir. Ayrıca The Economist dergisinin kapaklarını yine internetten araştıranlar göreceklerdir ki, dünyada asıl komplo teorisyenleri başkalarıdır ve Allah’ın kudretini asla ve asla yenemeyeceklerdir. Çünkü ‘Allahi plan yapanların en hayırlısıdır’ (Enfal Suresi 30. ayet). Unutmadan şunu da eklemek lazım. Forbes dergisi, Norveçli virolog Prof. Dr. Birger Sorensen’in 17 sayfalık makalesini neden önce geri çekmiş ve daha sonra içeriğini değiştirmiş? Bu virüse insan elinin değdiğini ortaya çıkaran bir bilim insanı neden susturulmuş? Asıl sansür budur, asıl faşizm budur.
İkincisi ise günah keçisi seçilmesi. Hatırlıyorum da 11 Eylül olaylarından sonra Amerika’da hiçbir üst düzey yetkili Manhattan’da ikiz kulelere yapılan saldırı ile ilgili net bir açıklama yapmadı; ya da yapamadı. Paldır küldür Afganistan’a saldırıldı ve bir kukla olarak ortaya çıkan Usame Bin Ladin isimli bir şahıs öldürüldü. Tabi başkent Kabil’e yapılan hava saldırıları ve öldürülen günahsız siviller de cabası. Burada da bir günah keçisi seçilmesi gerekiyordu ve bu sefer Çin hedef seçildi. Şu noktada haklı olunan noktalar var. Çin, bu hastalığın ortaya çıktığı Aralık ayında gerekli araştırmaları yapmış ve gerekli önlemleri almış olması gerekiyordu. Ülkeler arası seyahat yasaklanmalı, gereken yerlerde karantina uygulamaları yapılmalı ve artık işlevini tamamen kaybetmiş ve Çin’in yancısı konumuna düşmüş Dünya Sağlık Örgütü ile gerekli görüşmeler yapılmalıydı. Bu hastalığı ilk ortaya çıkaran ve virüsün genetik şifresini çözen Shi Zhengli, polis tehdidiyle susturulmuş ve bu profesör ünvanlı doktor, koronavirüsten hayatını kaybetmişti. Daha önce bulaşıcı olmadığı iddia edilen bu hastalık yayılmaya başlayınca Çinli ve DSÖ yetkililer yayılmayı da kabul etmek zorunda kalmışlardı. Önce maske takmak daha zararlı dediler şimdi ise maskesiz dışarı adım atmamamızı istiyorlar. Hatta Alman istihbarat teşkilatı BND’nin çalışmasına göre de Çin, DSÖ’ye koronavirüs ile alakalı bilgi vermekten kaçınmış. Bir CIA raporuna göre de Çin, DSÖ’yü tehdit etmiş. Normal olarak bunlar herkes tarafından inkar edildi. Aslına bakarsanız Çin ve DSÖ’nün hastalığın tüm dünyaya yayılması konusundaki sorumluluğu gerçekten çok büyüktür.
Üçüncüsü ise aşı beklentisi. Şimdilik aşı konusundan somut bir gelişme yok. Çalışmalar devam ediyor. Şubat 2003’te başlayan SARS salgını da tüm dünyayı etkilemiş, 8455 kişi salgından etkilenmiş ve 790 kişi hayatını kaybetmişti. O zaman da bilim insanları hızlıca aşı çalışmalarına başlamıştı ama SARS virüsüne karşı bir aşı bulunamadı. Daha sonra ortaya çıkan ve dünyanın diğer ülkelerinde görülen MERS, ebola, zika, kuş gribi ve domuz gribi gibi salgınlarla alakalı da herhangi bir aşı veya iyileştirme çalışması olmadı. Şimdi SARS türevi olan bu virüs ile alakalı bir çalışma yapılacaksa, elbette yapılmalıdır, bu çalışmalar kısa zamanda sonuç verir mi, diye de aklımızda bir soru işareti oluşuyor.
Bunlar şimdilik aklımıza gelenler. Elbette devam eden süreçte her şeyi yaşayıp göreceğiz. Ama şunu da herkes bilsin ki susmayacağız. Önümüzdeki hafta inşallah bu kritik süreci fırsat bilip, devletimize parmak sallayanlara bir çift sözümüz olacak. Saygılarımla.