Derler ki Hz. Yusuf (a.s) rü’ya tabirinde üstad idi. Ancak yine denilir ki rü’yaları çok güzel yorumladı ama yaşadığımız hayatın gerçekte bir rü’ya olduğunu anlayamadı.
Efendimiz sav;
“İnsanlar uykudadırlar öldükleri zaman uyanırlar.” buyurdular.
Eski notlarımı karıştırır iken iki rü’yamın notları ile karşılaştım.
Yahya Kemal Beyatlı ne güzel söylemiş;
“Gözlerden uzaklaşınca dünyâ
Binbir geceden birinde güyâ
Başlar rü’ya içinde rü’ya”
Dalmışım, hastaymışım, beni doktora götürdüler. Doktor önce muayene etti. Sonra röntgen çekelim dedi. Filmler çıkıp doktor netice çok kötü deyince bende bakabilir miyim diye rica ettim. Baktım ki röntgende içim karma karışık durumda. İçimde bir sürü ebu cehil var, bir sürü ebu leheb var, çeşit çeşit kötü huylar, bir sürü putlar var. Birden benliğimi büyük bir korku sarmış iken gönlüme Mushaf-ı Şerif’den bir ayeti celile geldi:
“Bismillahirrahmanirrahim kul ya ibadiyelleziyne esrefu alâ enfisühim lâ taknetu min rahmetillâh İnnallâhe yağfiruzzünube cemiy’a innehu hu’vel Gafurur Rahiym – De ki ey nefsinin işlerinde hadden aşan kullarım! Allah Teâlâ’nın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Zira Allah Teâlâ bütün günahları mağfiret buyurur. Şüphe yok ki Allah’ü Azimüşşan rahmet ve mağfirette beliğdir.- Zümer süresi 53”
Ve hemen Efendimiz (s.a.v.)’den şefaat niyazıyla Cenab-ı Hakk ‘a bütün varlığımla sığındım. Bir anda baktım Beyazıt Camii avlusundayım. Karşımda mürşidim Süreyya Hz.leri fakire abdest al diye emrettiler. Şadırvandan abdest alıp yanına gidince olmadı bir daha al buyurdular. İkinci defa abdest aldım yine olmadı tekrar al buyurdular. Üçüncü defa abdest alıp huzuruna gidince bu sefer yine olmadı diyerek sırtıma eliyle kuvvetlice vurdular. Sırtıma vuruşlarını Mevlid-i Şerif’teki (geldi bir akkuş kanadı ile revân arkamı sığadı kuvvetle heman) gibi hissettim. O anda içim bulandı, cami avlusuna içimde ne varsa çıkarmağa başladım.
Ebu cehiller, ebu lehebler, kinler, hasetler, kıskançlıklar, kötü huylar bütün putlar cami avlusuna boşaldı. İçim bir hoş oldu. Rahatladım. Hafifledim. Mürşidim şimdi yine abdest al dedi. Dördüncü defa abdest alıp huzuruna gelince şimdi oldu deyip beraber camiye girdik. Ve uyandım.
Rahmetli mürşidim Galip Dede Hz.lerini ve eseri Hüsnü Aşkı çok sever, anlatışlarında da bize sanki yaşatırdı.
Onun için Mevlevî dergâhları fakirde o güzel günlerimizi hatırlatır, huzur duyardım.
Yine böyle bir yaz günü bir Mevlevî dergâhına erkenden gitmiş, bahçesinde çeşit çeşit güzel çiçekleri seyrederken düşüncem birden bir bölümde yoğunlaştı. Baktım toprağın üzerinde güllerin, çiçeklerin renkleri, tonları çeşit çeşit… Demek ki, dedim, bu renk ve güzellikler toprakta gizli idi şimdi bu çiçeklerle açığa çıktı. Sonra düşündüm bu toprağa acı biber ekilse acı biberde çıkar. Tatlısı ekilse oda çıkar, ekşi limon da olur. Ancak hepsi zuhurda ortaya çıkıyor. Hepsi toprakta mevcut, tohumda gizli. Bahçıvan tohumu eker bakımını yaparsa ortaya çıkıyor. Yoksa yaban otları kaplıyor.
Sonra düşünceye daldım, kendime dedim ki sende esasında seksen kilo civarında bir toprak yığınısın. Böyle düşünürken dalmışım.
Hani Şeyh Galip Hz.leri der ya;
“Gözüm düş oldu gördüm bir gürübi hep külahiler
Acep heybet, acep şevket, acep tarzı ilâhiler
Kelâm-ı semtı deryalar gibi pür cuş söylerler
Muhabbet râzını birbirine hâmuş söylerler”
Baktım dergâhta bir derviş yanık sesiyle Mushaf-ı Şerif’ten Meryem suresini okuyor. Dervişin okuyuşundan mest olmuşken okumayı bitirince dervişe teşekkür edip bu okuduğunuz ayeti celileler ne anlatıyor diye sordum. Derviş dedi ki: “Cebrail (a.s.) Bakire Meryem’in kulağına ruh veren (logos) o kelimeyi nefesleyince o ilâhi kelamı alan Meryem değişti ve dönüştü onun varlığı İsa (a.s.) oldu.”
Sonra “Derviş baba bu işin aslı nedir?” diye sordum.
Dedi ki:
“Âdeme eş noktadır
Gördüğün düş noktadır
Âdemi âdem eden
Üç harfle beş noktadır”
Dervişe konuyu biraz daha açar mısın, diye rica edince, derviş fakiri kırmadı.
“Bak talip!” dedi. “Bu kâinatın özü, esası beştir. Biri Muhammed, biri Ali, birisi de Fatıma’dır. Diğer ikisi ise Hasan ve Hüseyn.” Sonra devam etti. “Senin dünya gözüyle gördüğün ise bunların dış tarafı yani zahiri ki bu da dört anasırla tohumdur.”
“Peki, bu üç harf nedir?” diye sordum.
Dedi ki “O da bu işin özeti: Allah-Muhammed-Ali!”
Peki, dedim “O zaman ben kimim? Benim dışımdaki bu mevcudat ne?”
Dedi ki: “Bütün bu kâinat Muhammed’dir Bunu idrak edince de olursun Ali!”
O an uyandım.
Muhabbetle…
Allah. razı olsun