Geçtiğimiz günlerde Amasya’da düzenlenen “IV. ULUSLARARASI HAMZA NİGÂRÎ AZERBAYCAN CUMHURİYETİ’NİN KURULUŞUNUN 100. YILINDA TÜRKİYE AZERBAYCAN İLİŞKİLERİ SEMPOZYUMU”na Genç Tasavvufçuları Destekleme ve Geliştirme Derneği adına iştirak ettik. Amasya Üniversitesi’nin İpek Köy yerleşkesinde gerçekleşen sempozyum Türklüğün ve kardeşliğin adeta bir timsali idi. Dr. Öğr. Üyesi Metin Hakverdioğlu ve Dr. Fariz Khalilli’nin koordinatörlüğünde Azerbaycan, İran, Gürcistan, İtalya, Türkiye gibi birçok ülkeden değerli akademisyenlerin katılımıyla 3 gün süren bir serüvendi bizler için. Tebliğlerin sunulduğu iki günün ardından üçüncü gün Amasya’daki zâtların ziyaretleri ile taçlandı.
Mir Hamza Nigari’nin yaşamını ve sanatını konu edinen birçok tebliğ değerli akademisyenler tarafından dinleyicilere aktarıldı. Bu güzel sempozyumun ardından ifade edilmesi gereken o kadar çok şey var ki… Her şey bir film şeridi gibi gözümün önünden geçiyor olsa da günlerdir yazıya dökmekte öylesine zorlanıyorum.
Güzel dostluklara köprü kuran sempozyumda bendenizi etkileyen birkaç hususa değinmek belki de daha çok ifade edecektir söylemek istediklerimi.
Sempozyum esnasında Mir Hamza Nigari Hazretlerinin torunlarıyla müşerref olmak bizler için ayrı bir şeref kaynağı oldu. O sıcacık güler yüzleriyle, hoş sohbetleriyle ta yüreklerimize dokundular. Bendenize göre her şeyden evladır iyi dostlar biriktirmek, gönüller arasında uzakları yakın edecek köprüler kurmak…
Akşam yemekleri de bir o kadar vazgeçilmez idi bizler için. Birlik ve beraberliğin nişanesi olarak hatıralarımızda yer edeceklerdi… Ve yine bendeniz için akşam yemeklerinin unutulmaz bir ânı daha olacak ki o da hiç şüphesiz Prof. Dr. Mustafa Yıldırım ve Doç. Dr. Hicabi Gülgen Hocam ile tanışmamızdı. Hicabi Hocamız ile koca bir yolu birlikte gelmiş olmamıza rağmen tanışıklığımız otel girişinde başlamıştı. Kim olduğuna dair hiçbir fikrimiz olmasa dahi o görülmeyen köprü sanki bir ânda kuruluvermişti. İlk günün akşam yemeği sonrası bu iki kıymetli hocamızla yapmış olduğumuz muazzam muhabbetin esintilerini hala daha yanıbaşımızda hissetmek çok güzel… Mustafa Hocamız ise bir ilahiyatçı olmasına rağmen edebiyata ilgisi ve kelimelere dokunuşuyla bizleri mest eyledi. Konuşmasında okumuş olduğu o harika dizeler hala kulaklarımda çınlıyor.
“Allah’ın Resulü cihâna şamil
Hâtemü’l enbiyâ, insan-ı kâmil
Beni sana götüren en büyük amil
Allah rızasıdır, Allah rızası
Hasretindeyim ben gönül sevdası”
Ve son olarak ufacık bir beyanım daha var zihnimde yer eden, zihnimde yer edinirken aynı zamanda gönül tellerimi de titreten… Malumunuzdur ki Amasya şehrinin meşhur meyvesidir “elma”… Eh bizde bu kadar yol gelmişken bir kilo elma almadan dönmeyelim istedik. Ve bir manava uğrayıverdik, elimizde elmalar çıktık dışarı. Poşet bize bakıyor biz poşete… E yemeden olmayacak herhalde, birer elma yiyiverdik ayaküstü. Öyle bir lezzet ki bu ayaklarımı yeniden çeviriverdi manav dükkanına.
Beni çeken elmanın lezzetimi yoksa duyacaklarım mıydı bilinmez ama yeniden giriverdim oraya… Dükkana ikinci girişimde manav amcam bu defa dayanamayıp sordu:
“Hayırdır kızım, gezmeye mi geldiniz?”
“Sempozyum için geldik amcacığım. Mir Hamza Nigari’nin sempozyumu için.”
“Aa biliyorum. Büyük bir zât Mir Hamza Nigari. Metin Hocam burada çok güzel işler yapıyor, oturup yerinde sadece kalemiyle uğraşmıyor, halkın arasına karışıyor, bilgisini bizlere de anlatıyor. Öğretmen dediğin böyle olacak, yerinde otursa bilgisini kimseye anlatmasa kime ne faydası olur ki. Allah razı olsun.”
“Eyvallah.”
Eyvallah diyebiliyorum sadece. Çünkü böylesi muhteşem cümlelerin ardından tek bir kelime olmasına rağmen içi dolu dolu söylenebilecek yegane kelime aynı zamanda koca bir “EYVALLAH.”
Bu birleştirici ve ufuk açıcı sempozyumun daha nice güzelliklere vesile olması dileğiyle başta Metin Hakverdioğlu Hocam ve Fariz Khalilli Hocam olmak üzere sempozyumda bildiri sunan tüm akademisyenlerimize, emeği ve katkılarıyla destek sağlayan sempozyumun görünmeyen yüzlerine teşekkürü bir borç bilirim.