Hakikat öyle bir ummandır ki en basit haliyle şöyle düşünelim!
Hiçbir Hakk Dost’u ya da Mürşid görüp duyduk mu?. “gel sana hakikati anlatayım” diyen, hep bir sır hali anlatılır..
Hakikatin Mürşidi daim seni sana yönlendirir, zahir bakıp gören birine hakikat verilemez, çünkü bünyesi kabul etmez. Dolayısıyla dışardan anlayıp yorumlayacağı için inancı olsa da mazallah inkara bile düşebilir. Bu bakımdan Mürşid var’lığının “bende birşey yok herşey Sen’de” demesine pür dikkat edelim. Hem hakikate yönlendirip hem nasıl onda yok, bu kelam dahi tefekkür sebebidir, bu demek oluyor ki talip olan can bir yöneliş sağlamak zorunda. Hakikat dedigimiz umman her can’ın gönlünde yatan hazinedir.
Bu hazinenin giriş kapısı ilah-i Aşk’tır, var’lığa bir Aşk, merak, arzu, istek duymadan yöneliş mânâya eremez..
Yazılanlara anlatılanra değilde Sen’de yazılana ulaşmak ise gayen, zahire kör olacaksın, bâtının yani içsel tarikin rabıtan ile net, zahir olan herşey fluya dönmeli, vardırlar amma Var’lıktan sonra var’olmalılar, bu yönelişin sunduğu kendiliğinden olan kendiliksiz bir hadisedir…
Sen bir yöneliş sergilersin içindeki Rabb var’lığına, o yönelişte sağ’lam durmak kıyam’dır O’nun huzur’unda. Sırrın hakikatine sadece ve sade’ce yönelişte kalırsak sır aşikar olur kula, bir dışarı bir içeri halleri var’lığın kabul etmez asla..
Misal “dünya işim, şimdi seni bırakıyorum namaz zikir vs yöneliyorum” dersek katiyen olmaz. Bu hal yöneliş değil sürekli yönelişe yönelmektir, hakikatli yöneliş yöneldiğin yerde kalmak, tüm zahir işlerini o yönden yapmaktır, “burası zahir haşa burada Allah’ın ne işi var” katiyen denemez, “burada da O’ anılır mı” demek şirktir, hem O’ heryerde deyip hem O’nu heryerde an’madan olmaz, o vakit bizler ne dediğimizin farkında değiliz..
Velhasıl hakikati kimse anlatamaz. Yönelişte kalıp içinden içine tarik eyleyen sırra mazhar kılınır, bir yöneldim bir çekildim kabul değildir, daim kıyam Hakk’ın emridir, zahirde Mürşid’in huzur’unda nasıl bir haldesin düşün, ne derse Hakk kelâmı bilip yapmaya niyetlisin o an, o an işte her an’dır..
Tabiki bol bol okuyalım, Kur’an’ı Hakk Muhammed Aşk’ı ile, ehl-i beyt’i MuhammedÂli Aşk’ı ile, kıssaları ve hadiseleri an’da ve an’dan içeri bir hâl ile..
Kur’an’ı ve hadiseleri yorumlayan can kardeşlerimize okuyabiliriz, lakin ne okursan oku zahir göz ile okuma, zahir okuma OKU hitabı değildir, “ümmi” ol’an Peygamber efendimize s.a.v. Rabbim OKU dedi..
Muhammed s.a.v. ben okuma bilmem dedi..
Rabbim tekrar OKU dedi..
Muhammed tekrar bilmiyorum dedi..
O’ tekrar OKU dedi..
Peygamber efendimizin Kur’an’ı okuması böyle bir hadiseydi, akl’etmeliyiz ki burada zahir harf ve kelimelerin bir hükmü yok idi..
Hem zahir okuma bilmiyor ümmiydi, hem kendini bırak kendiliksiz kal diyen Hakk’a teslimiyet sergilemesiydi..
Zahir düşünce ve tefekkür arasında bile alemler kadar fark vardır, bu farkı kapatacak ve açık tutacak senin yönelişindeki istek ve arzundur.
Zahiren Mürşid’ine dahi manevi talep ve arzu ile gelmezsen sana nasıl yön verebilir, ki gönüldeki Mürşid var’lığına biat verdin, O’na Aşk besleyip daim özlem ve hasret duymalısın ve bil ki vuslatın bile hasrettir..
En basiti, markete gidip ne alacağını ne isteyeceğini bilmezsen ne alabilirsin, bomboş dönersin..
Dergâh kapıları da böyledir, Mürşid’den talep edilen nedir, içinden zahirimi düzelt isteği ile geliyorsan daha çok bozulacaktır ki, Mürşid’in gönlündedir, yöneliş saf’n’iyet ile olmalıdır, bu yüzdendir ki derviş adayının biat verenin sınavı daha çetindir…
Namaz zikir oruç zahirden arınmak için şekli başlangıçlardır ve ne yazık ki her defasında yeniden başlayıp yönelişe yönelenler fazlaca olup, yönde olanların sayısı azdır..