Evren karmaşık bir yapıdır. Bu karmaşıklık elbette kendi içinde bir düzene tabiidir. Ancak bu düzen rastgeleliğin, gelişigüzel oluşun düzenidir. Yaratma bir kere olup bitmiş değildir ve Rahman Sûresi 29. âyette de buyrulduğu üzere “O her an bir şendedir.”. Bu hakikatin kişideki tezahürlerine binaen yaratma döngüsü içinde kişinin kabiliyeti nisbetinde her şey değişkendir. Kararlar ve tercihler ve dahi yöneliş biçimi kişinin hayatına A’dan Z’ye kadar etki edecektir. O halde hayal tasavvurunda oluşan yaratma ve nizamın sadece bir kitapta yazılı oluşu, doğumdan ölüme kadar her bir hareketin Hakk tarafından önceden tayin edildiği düşüncesi yanlıştır.
Milyarlarca şanstan biri olarak dünyaya gelen insan evren ile daima irtibat halindedir. Bu irtibat doğumdan ölüme kadar devam eder. Burada bahsettiğimiz şans denilen unsur, Hakk’ın tasarrufunda olan ancak insanoğlunun bilemediği bir gerçekliktir. Ve bu gerçeklikte her şey ışıktır. Her zerre, içindeki varoluş gücünü kendi ışığının nurundan almaktaktadır.
Kişilerin algısı da doğrudan ışığa bağlıdır. Şöyle düşünecek olursak, karanlıkta göz göremez ve nesneleri algılayamaz, o halde kişinin algısı etrafını aydınlatacak bir ışık ile açılır. Bilinmekliğini dilemesi ve kendine olan aşkıyla âlemlere rahmet olan Rabbimizin yaradılıştaki sırrı insan ile evren arasında muazzam bir giz oluşturmaktadır.
Yaratılışın hakikati olan insan evren ile iç-içe bir gerçeklik sergilemektedir. Bu nizam içinde her ne varsa sanki insanın emrine amade bir oluşta hareket sergilemektedir ve insan yaratılmış cümle mahlukatın Cem’ine akıl erdirebilecek yegâne varlıktır. Yaşam, yani ömür dediğimiz hayy’at çizgisi paralel evrenler teorisiyle değerlendirilecek olursa bir rüyanın milyonlarca kere değiştirilmiş halidir.
Evrenin yaratılışıyla ilgili birçok soru hala daha bilim dünyasında tartışılmakta çeşitli teorilerle yaratma hikmeti açıklanmaya çalışılmaktadır. Bunun için birçok teknolojik üstler kurulmakta bilim adamları yetiştirilmektedir. Ancak maddesel boyutta yaratma düzenini algılama merakı araştırmaların bir yerde tıkanıp kalmasına zemin hazırlamıştır. Ucu bucağı olmayan bir evren üzerine isterse milyarlarca araştırılma yapılsın dahi astronotlar, uzayın derinliklerine gönderilsin, “boşlukta yüzen bir deryâ”yı açıklamaya maddesel zihnin sınırları yetmeyecektir.
O halde diyebiliriz ki bir ilim gerektir insana. Evrendeki daimî ve değişmez akışa hakim bir ilim… İnsandan evrene, evrenden insana en nihayetinde Sen’den Sen’e…
Matematiksel bir düzen içinde çizilmiş milyonlarca çizginin ortasında dönen atomlardan oluşmuş bir devran hayal edelim. Her bir atom ince bir hesabın sonucunda döndükçe, çizgilerin üzerinde bir hareketlilik sağlar, boşluklara hiç mi hiç uğramaz. Çünkü buyrulur ki:
“Âlem boşluk kaldırmaz…”
Boşluğu kabul etmeyen âlem âli gönülleri vasıtasıyla bir nida düşürür kalplere ve kıymetin temaşası ifa edilsin diye bırakır her şeyi seyrine…
Sessizliğin içinden yükselen sesi sen sadece dinle… İşit… Ve… Aşk eyle…
Çünkü:
“Dinle O diyor ki Hakk Sende’dir…” HŞY