Ruhî gurbette Cenab-ı Hakk sevdiği kulunu derde salar. Elemi de, kederi de kendine yaklaşma vesilesi olarak sayar.
Nasıl ki bahar şiddetli bir kışın ardında saklıysa aşkta da zahmetten rahmet doğar.
Ruhu kesafetten kurtulmayan, Mevlâ’nın dert vermekle lütfettiğini nasıl anlar?
أَحَسِبَ النَّاسُ أَن يُتْرَكُوا أَن يَقُولُوا آمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ
İnsanlar imtihandan geçirilmeden, sadece “iman ettik” demeleriyle bırakılacaklarını mı sandılar? (29/Ankebût: 2)
Derdini yâr edinenler, feryatları dahi ah edenler Sevgili’den gelen her taşı cevher olarak telakki eder.
Manen dağınık âşık, tabi tutulduğu sınavlar sayesinde şüphe denizinden geçer.
Rabbi için dert yükünü yüklenenler, acıyı yudum yudum içine sindirenler ilme’l yakînden müşahedeye, ayne’l yakîne erer.
“Sizden birisinin kendi altınını ateşte eriterek temizleyip saflaştırdığı gibi, kullarını en iyi bilip tanıyan Allahu Teâla da sizi musibetlerle imtihan eder.” (Hakîn, Müstedrek; Teberânî, el-Mu’cemu’l-Kebir; Beyhakî, Şuabü’l-İman)
İlahi sırlar açılıncaya kadar, gözyaşları nehir gibi akar.
“Eyvallah” dediğinde dilini değil, yüreğini sınar.
Her cefa istila ederken seni, O sadece sabretmeni, rıza göstermeni umar. Karşılığındaysa ağırlığı nispetinde mükâfatını sunar.
Küll olana kavuşmayı arzu eden, ne feveran ne de şikâyet eder.
Bela oklarına göğüs gererek hedef olan, kaybettiği şeylerden ötürü nefsini sızlanmaktan alıkoyan Hakk’ın yardımını celb eder.
“İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn” diyerek razı olan kul, mazi ve istikbal sarkacından kurtulur.
İlahî hükmün tecellisi altında kalbi sükûn bulur.
Âlemleri var eyleyeni, dertlere derman bahşedeni, ihsanı için değil zâtı için seven, nimetinden de musibetinden de aynı derecede memnun olur.
Sevgisi gerçek olan, dal harfi gibi iki büklüm olsa da ölümden korkusu kalmayan ceset gibi yaklaşır.
Fedakârlığı, hatta “Her Türlü Fedakârlığı” göze alır!..