Insan şahitlik sıfatıyla donatılmıştır. Hani elest bezminde “beli” ile tasdik edip “şehidna” dedik ya, işte o zaman şahit kılındık. Öyleyse Insan’ın yapması gereken gözlemek, şahitlik vasfını bu alemde yerine getirmektir. Idraki olarak bir yanlış algılamanın içindeyiz. Bu alemde insan bir şeyler yapıyor ve Rabb içimizde şahit oluyor, biliyor ve duyuyor, görüyor olarak nitelendiriyoruz. Burada bir ben var, bir de şahit olan var. Bir yapan var ki o insan bir de yapanı doğrudan alan var. Yani ikilik var. Halbuki burada aktif olan insan değil! Pasif olan da Rabb değil! Bu şekilde Rabb’e idrakimizde pasif bir rol yüklüyoruz. Rolleri değiştirmemiz gerekiyor. Aslında asıl rolümüzü idrak etmemiz gerekiyor. Insan şahitliği ile kendini aradan çekip bir vasıta olduğu yani bir halife olduğunu idrak edip aktif pasif olan esas rolüne bürünürse ve kendinden işleyen Rabb’in vasfını idrak ederse o zaman aslına rücu etmiş oluyor.
Insan bu dünyada bir elçi ve bir aracı, oluşun sahibi ya da eylemi yerine getiren değildir. Insan ne zaman ki kendine bir varlık atfetmeye başladı o zaman ikiliği kendinde oluşturdu. Yani yapan kendisi ve bir gözetleyen var. O gözetleyen ise bir gün hesap soracak. Hayır! Ol emrini verip her şeyi olduran ve her an yaratma halinde olan muktedir Varlık sadece O! Insan olanı idrak edip şeksiz ve şüphesizce kabul ve idrak eden olmalı. Insanın aktifliği sadece idrak edişidir, yani iradesini el-Mürid vasfına bağlamasıdır. Rabb Varlığına şahit olarak, kendini vesile bilen insan o zaman kulluk vasfına eriyor ve bir’leniyor. Rabb’in işlediği, gördüğü, işittiğini sadece kitabına alan vasfına bürünmüş oluyor. Hesap gününde kitabın okunacak ve Nefsin şahit olacak diye buyruluyor Kuran’da… Oyleyse nefs şahitlik için var. Işleyen, aktif olmak için değil. Kitap ise okunmak için var ki o kitabı yazacak olan kalemin sahibi O. Aktif olup yazan Rabb…
Tasavvufta güzel bir ifade vardır: “Nefsini bilen Rabb’ini bildi.” Nefsini şahit kılan Rabbine şahit oldu. Bir’ledi. Ettirgen değil edilgen konumda oluşumuz ancak tüm kendimize biçtigimiz metalaşan varlık vasfını idraken hiçliğe teslim etmemizle zuhur edebiliyor. Insanın buradaki konumu pasifliğine atfen hiç bir şey yapmayan demek değildir. Aktif pasifliktir aslında… Şahitliği ve şahitliğindeki hayranlığı ile her an O’nun Varlığını işiten, gören, oluşun hükmüne uyumlanandır. Burada bir eylem var ancak asıl eylemi yerine getiren olarak değildir. Rabb aktif olup insanı kendine elbise edinendir. Öyleyse elbise olan mı eylemi yapar yoksa içindeki mi? Biz elbiseye varlık atfeder isek aslında muktedir olmayan bir şeye Kadirlik vasfını izhafe etmiş oluyoruz. Kadir olup kudretin sahibi içerde ve tecelli ederken bunun yerine sadece gözetleyen ve şahit olan bir varlık gibi Rabbi algılamak elbiseyi putlaştırmaktır da bir anlamda da… Elbiseye bir varlık yüklenmiş oluyor. Halbuki elbise bir örtü ve örtü içindekinin şekline ve şemaline bürünmek ve içindekinin eylemlerine uyumlanmak, teslim olup görünür hale getirmekle mükellef… Ancak böyle Bir’lik içinde Tek’liğin zuhuruyla Hakk tenden ikat edince Hakikat peyda oluyor. Velhasıl kelam emrolunduğun gibi ol emri Hakk’tan vakî oluyor.
Emr-i Hakk vakî olmuş ta ezelden,
Sen’sin işleyen her tenden
Bir ben var içinde ötedir benden
Can’ımın ta içindesin ki o Sen’sin Hakk’ikat’ten
🌳🕊🌳