Sevgili okurlarımız, geçen yazımızda İslam’ın ilk emri olan “Oku” kelâmı üzerine bir şeyler söylemeye çalışmıştık; bu hafta da Mesnevî-i Şerîf’in ilk lafzı “Dinle!” üzerine olsun dedik.
Dinlemek bizim şark kültüründe önemli bir yere sahiptir. “Söz gümüşse sükût altındır.” demişiz. Çok konuşmak gevezelik, hatta yalan olarak kabul edilmiş, “Çok mal haram; çok söz yalan” denerek susmak, dinlemek teşvik edilmiştir.
Tasavvufta da en büyük şart olarak söylemekten ziyade dinlemektir. “Derviş, söz dinleyendir.” Mutasavvıf şairler, söyle denmedikçe söylememişler, dinlemekle yetinmişlerdir. Hz. Mevlânâ Mesenvî-i Şerîf’e “Dinle” sözüyle başlar. Çünkü dinlemek önemlidir. Dinleyen kişi anlar. “İşitmek”, “dinlemek”, “duymak” arasında ince bir ayrım vardır. Günlük hayatımızda yüzlerce hatta binlerce şey işitiriz, ama dinlediğimiz şeyleri duyar, hisseder, anlarız. Dinlediğimiz vakit Cenâb-ı Hakk’ın murâd ettiği derûndaki mânâ ortaya çıkar. İnsan dinlenildiği zaman kendisine bahşedilen özellikleri fark eder. İnsan dinlediği zaman “Elestü bi Rabbiküm” hitâbına mazhar olur ve “Belâ” cevabıyla da Muhammedî sırrı düşünüp “Hayy sırrı”na erer, hayat bulur.
İşte bu noktada dinleyenle söyleyen arasında bir muhabbet peydâ olur ki söyleyenle dinleyen arasındaki fark zâil olur, perde ortadan kalkar ve “tevhîd” hâsıl olur.
“Vuslat-ı cânan için biz cümleden dûr olmuşuz”
diyebilmek için susmak gerek, dinlemek gerek der Erzincânî Salih Baba. Yine Salih Baba’dan bir örnekle devam edelim:
“Nazar kıldım ki bu ekvân kamûsu âlet-i Rahmân
Oturmuş tahta bir sultân “mîm” ü “dâl” “hâ” ya düştüm ben”
Hazret susmuş, âlemi seyrana dalmıştır; bakar ve görür ki – bakmak ve görmek de aralarında ince bir ayrıntı olan iki kelimemizdir- bütün kâinât, tahta oturmuş Sultanın, Hakk’ın birer âletidir, vâsıtasıdır. Muhammed’i (S.A.V.) dinler, yolunda olur –dinlemek aynı zamanda sözünü kelamını yerine getirmek, tutmak anlamındadır.- ve hayat bulur. “mim” Muhammed (S.A.V.), “dal” dinlemek, “ha” hayat bulmak olarak algılanmıştır. Aynı zamanda “mim”, “dal”, “ha” harfleri de yanyana geldiği vakit “medh” kelimesi de ortaya çıkar ki medh etmek için bilmek gerektir. Bilmek için de önce dinlemek gerektir.
Bir Mevlevî şâir olan Bağdatlı Rûhî, meşhur terkib-i bendinde
Gör zâhidi kim sâhib-i irşâd olayım der,
Dün mektebe vardı, bugün üstâd olayım der.
yaratılışında olan kişileri; bir şey dinlemeden, öğrenmeden, bilmeden konuşan kişiler olarak addeder. Böyle kişiler küpe girmeden sirke olmaya kalkışanlardır.
El becerisi isteyen işler nasıl bir ustadan öğrenilirse, manevî bilgiler de –eskilerin deyimiyle- bir fem-i muhsinden, tavır sahibi, güzel ve fasih bir tarzda ifade eden zât-ı şerîflerden öğrenilir. Nitekim Mûsâ Aleyhi’s-selâm’a hitaben Kelâm-ı İlâhî ile Tâ-Hâ Sûresi 13. Âyette “Festemi‘ limâ yûhâ” buyurulmaktadır. “Sana vahyedileni dinle!” emr-i İlâhîsi söylenmektedir. Peygamberlerin ve evliyaullahın sözleri, nutukları halis sözlerdir, özlü kelamlardır. Bu sözlerden ancak dinleyenler nasipdar olur, feyizlenir. Dinlemeyenler bir fayda elde edemezler. Dinlemenin bir manasının da yapmak, fiiliyata dökmek anlamında olduğunu yukarıda söylemiştik. Ameli olmayan âlimin ilmi hiç mesabesindedir.
Yine Kur’an’da Nuh Sûresi’nde Hz. Nuh’un kavmi için “Kulaklarını tıkadılar” denilerek ilâhi emirler karşı lâkayd oldukları anlatılamktadır. Rabb-i Teâlâmız bizler için de A’râf Sûresi 204. âyetinde “Öyleyse ey inananlar! Kur’an okunduğu zaman onu dikkatle ve sükûnetle dinleyin ki, Allah’ın rahmet ve şefkatine eresiniz.” buyurmaktadır.
Hepimizin bildiği bir Nasreddin Hoca fıkrası vardır;
Hoca pazarda dolaşırken bakar ki çok güzel renkleri olan bir kuş satılmaktadır, fiyatını sorar, adam 10 altın der. Hoca:
– Ne özelliği var bunun 10 altın istiyorsun?
– Bu papağandır, konuşur.
deyince Hoca hemen eve koşar, hindisini koltuğunun altına alır ve pazarın yolunu tutar. Bir köşede o da beklemeye başlar. Dostları gelerek
– Hocam ne bekliyorsun, hayırdır? dediklerinde
– Bizim hindiyi getirdim satacağım.
– Ne kadar istiyorsun?
– 100 altın.
– Ne yaptın hocam, hindi hiç 100 altın eder mi, bak ileride bir adam papağanını 10 altına satıyor. Üstelik papağan konuşuyor da.
– O konuşuyorsa bu da susuyor, dinliyor.
diyerek konuşmanın 10 altın ediyorsa, dinlemenin de 100 altın ettiğini ve daha kıymetli olduğunu bizlere veciz bir tarzda anlatır.
Vesselâm.