Insan sadece dinlemeli…
Yalnız kulağıyla duyduğunu değil, esasen düşüncesine düşeni dinlemeli… Rabb insana düşüncesinden konuşur. Insan’ın tek odaklandığı şey düşüncesiyle Rabb Varlığına rapt oluşu ve kenzinde keşfe istekli olmasıdır. Kendini Rabb Varlığına bırakan can her an kenzden beslenir.
Her an düşünceden seslenilir. Burada canın ne halde oluşu, bir makamda mı değil mi fark etmez. Can zaten bunu bilmez, bilemez. Bilmesi de bir fayda sağlamaz. Bu odaklanılacak, sorgulanacak husus da değildir. Düşüncesine düşeni halen yaşaması canın kendini bulması açısından mühimdir ancak hakikatin dışa vurumu açısından mühim değildir.
O varlığının bilinmesini arzu etmek isteyince heleki silsile-i dergah varlığından taşmak isteyince ne engel olabilir ki! Halen kul söylediklerini yaşamış ya da yaşamamış oluşu kulu bağlar. Varlığının yüceliğinin muhabbetten aşikar olması dileniyorsa ve Bakî’liği bilinsin, ki hakikilik seçilsin isteniyorsa isteği ve yönelişi halis olandan kendini yansıtır. Bundandır ki yönelenler konuşur, anlatır. Anlattığı yöneldiğidir, konuştuğu yöneldiğinin varlığındandır. Varlığı gören de konuşanın hangi ilden haber getirdiğini anlar.
Can bir kisvedir, elbisedir. Öz’ü ise Varlığa hizmetkârdır. Hizmetkâr olmaktan başka bir şey düşünmeyince can, teslim olan da, niyeti halis olup tek gayesi Varlığın Bakî ve Ekber oluşuna hizmet etmek, muhabbet ile mest olmaktan başka isteği yok ise “konuş” emri gelir. Bakılmaz gayrısına…
Nitekim can konuşur, yazar ama ne yazdığını bilir ne konuştuğunu… Ne bir yerde okumuştur ne de duymuş… Tek bildiği Varlığın Kadir oluşu ve kudretidir. Bilir ki O istemese ne konuşabilir ne yazabilir. Bilir ki söylenen de yazdığı da kendinden değildir. Dost Muhammed Ali gönlün silsile-i dergah Varlığının aşkınlığı ile tecelli etmesinden ve tenezzül edişindendir.
Can’a düşen ise şükr ile hizmet, hizmet, hizmettir vesselam…
Bakî olan Aşķ’a Hu🥀
🌳🕊🌳