Gerçek âşıklar zorlu aşk yoluna girmekten çekinmezler. Bela, dert ve mihnetle harmanlanır gönüller… Aşkın ateşiyle canını eritip yok edenler, farklı hayat hikayeleriyle gözler önüne serilirler.
Nebiler olıcak vasfunda aciz
Bizim ne sözümüz olur kimüz biz
Zelil-i hor u bergeşteyem men
Delil-i yar her sergeşteyem men
Seninle olıcak altın akçeyem men
Özüm olsam veli bir pula değmen
Böylesine muazzam tevazuyla yazılmış dizeler, Halvetîliğin Rûşeniyye kolunun müessisi olan Dede Ömer Rûşenî’ye aittir. Aydınlı olmasına binaen, şiirlerinde Rûşenî mahlasını kullanan Dede Ömer’in künyesi, soyunun Aydınoğulları’ndan Umur Bey’e dayandığını göstermektedir.
Batınî ilimlere adım atmadan zahirî ilimlerin kisvesine bürünmek gerekir. Tahsil hayatının en azından bir kısmını Bursa’da geçirmiştir. Bu konuda Tuhfetu’l Mücahidin, Bursa Yeşil Medrese ayrıntısını vermektedir. Ancak mutasavvıfın memleketi Tire’de de Mevlevihane olarak kurulan ve yanında bir medresesi olan Yeşil Cami Zaviyesi vardır. Rûşenî’nin eserlerindeki Mevlânâ etkisi de dikkate alındığında, medrese tahsilinin en azından bir bölümünü burada yapmış olabileceği kuvvetle muhtemeldir.
Atvar-ı dilin keşfi nasip olmaz her kula. Nasip oldu mu da kimi zaman bir dostla, kimi zaman beşerî bir aşkla çıkar karşımıza. Leyla’nın vasıta kılındığı gibi beşerî aşktan İlahi aşka… Rûşenî’de böyle bir kırılma noktasıyla maksuda erişir. Bursa’da bir yandan ilim tahsil ederken bir yandan da Hızır Bali adlı gence ders vermektedir. Bir süre sonra çevredekiler onunla öğrencisi arasına nifak sokarak onların ayrılmalarına sebep olurlar. Bu durumdan çok etkilenen Rûşenî’nin hücresine kapanarak kırk gün boyunca öğrencisinin adını zikrettiği anlatılmaktadır. Kırkıncı günün sabahında Hızır Aleyhisselam gayb âleminden ortaya çıkar. Rûşenî’ye Yahya Şirvanî’ye gitmesi gerektiğini söyleyerek ortadan kaybolur. Bu esnada da Hızır Bali’de tuhaf haller meydana gelmektedir. Izdırabından haberdar olan annesi ve babası onu Rûşenî’nin yanına getirerek bundan sonra Hızır Bali sizin hizmetçinizdir derler. Bunun üzerine Rûşenî “Ben Hızır’ı buldum ve onun nefesinden istifade ettim.” cevabını verir.
Bu olaydan sonra terk-i diyâr-ı yâr edip Karaman’da irşadla meşgul olan ağabeyi Halvetî şeyhi Alâeddin Halvetî’nin yanına gider. Onun vasıtasıyla da Bakü’de Pîr-i Sanî Seyyid Yahya Şirvanî’nin hizmetine girer. Şirvanî’nin gayretli talebelerinden olan Rûşenî birçok kereler erbaine girer. Hangi zaman ibâdât, riyâzât ve mücâhedât ile dem-güzâr olup şeyhinin muhabbetini kazanır. On iki esma ile sülük edenlerin serçeşmesi olur.
Şeyhinin himmeti ve kendisinin gayreti ile “aşk-ı mecazisi” aşk-ı hakikiye müntakil olur. Böylece Rûşenî’nin önceden melahi cinsinden olan sözleri sonradan ser-a ser’ilahi şeklinde vuku bulur.
Bi-renge kavuşan arif bile mürşidin nazarından ayrı kalmayı arzulamaz. Seyyid Yahya Şirvanî onu halifesi olarak Anadolu’ya göndermek isterse de Rûşenî şeyhin hizmetinden uzak kalmamak için Bakü’den ayrılmaz. Civar bölgelerden Gence, Berda’a, Şirvan, Karabağ ve Karaağaç’ta halkı irşad etmekle meşgul olur. Dede Ömer şeyhinin ölümünden sonra post-nişinlik makamına oturur ve Halvetîliğin Ruşenîyye kolunu tesis ederek Tebriz’de faaliyetlerine devam eder.
Uzun Hasan Karakoyunluları yenerek Tebriz’i başşehir edinmesinin ardından birçok ulema ve şeyhi toplayarak burayı bir fikir ve sanat merkezi haline getirmek istemiştir. Kardeşi İdris’te Allah dostlarıyla beraber olmaktan hoşlanan biridir. Bu zât Dede Ömer’in şöhretini duyunca “ahz-ı inabetle halvet-güzin” olur. Bir gün İdris Bey derviş kıyafetleriyle ağabeyini görmek üzere Tebriz’e gelir. Kardeşini karşısında derviş tacıyla gören sultan bunun sebebini sorar. O da güzel vasıflarından bahsederek tacı kendisine Dede Ömer’in ihsan ettiğini söyler. Bunun üzerine Uzun Hasan’da Dede’yi görmek ve duasını almak sevdasına düşer.
Sultan, kazaskeri Kadı Hasan’la müşavere ettikten sonra onun nişancısı İbrahim Gülşenî’nin şeyhe gönderilmesine karar verir. İbrahim Gülşenî, bir mektup ve bazı armağanlarla Dede Ömer’i davet etmek üzere Karabağ’a gider. Bir mürşid bulmak için diyar-ı acem seferine çıkan Gülşenî şeyhin huzuruna vardığında “bilâ-ihtiyâr vecd zuhur” eder. Pirin himmetiyle def’i zulmet vukua gelir, nur-î hakikiye vuslat hâsıl olur.
Gülşenî, sultan tarafından kendisinin davete memur edildiğini söyleyince şeyh, “Şimdi kışdur, fukaraya sefer müşkilür.” diyerek özrünün kabulünü rica eder. Bunun üzerine Gülşenî geri döner ve Tebriz’dekilere her şeyi olduğu gibi anlatır.
Kaynaklarda, Dede’nin daha sonraki dönemlerde Tebriz’e gelip Uzun Hasan’la görüştüğü, hatta katıldığı çeşitli meclislerde imtihana tabi tutulduğu yazılmaktadır.
Gülşenî, Dede Ömer’le karşılaşmalarının ardından aradığı mürşidi bulur ve ona bağlanır. Böylece Ruşenî tarikatını devam ettirecek kuvvetli bir halefe sahip olur.
Kaynakların çoğu Dede’nin 892/1486-87 yılında dâr-ı bekâya irtihal ettiğini söylerken sicil-i Osmânî’de 907/1501-02 tarihi verilmektedir.
Şeyh Necm ebced hesabıyla Dede Ömer’in ölüm tarihini düştüğü dizelerinde “Din ile ilmin güneşi Rûşenî’yi ecelin karanlığı gözden kaçırdı.” diyerek gıpta ile izlediği bir ömrün nihayete erdiğini dile getirir.