Balkanların kadim şehirlerinden selâm getirdik evlerinize efendim… Bosna ile bir adım attık cümlelerimize haydi Bismillah…
Osmanlı zamanında Fatih Sultan Mehmet tarafından Osmanlı topraklarına katılan Bosna, bugün dahi bir Osmanlı mirası olarak karşımıza çıkmakta.
Bosna’nın fethi de diğer ülke fetihleri gibi kolay olmamıştır. Sanki gelecek öngörülmüşte bugünün bağını güçlü tutmuştur. Türkiye ve Bosna arasındaki dostluğun diğer balkan ülkelerine bakışta bir adım önde olduğu kanısındayım. Türkiye’de görmekte zorlandığımız aile-sosyal hayatından tutun da gelenek görenek, yeme içmeye kadar hala Osmanlı etkisi altında yaşamaktalar.
Eğer bir gün Bosna’yı gezme ve inceleme fırsatı bulursanız herhangi bir sokağında dolaşırken Osmanlı’dan bir koku, bir tat aldığınızı anlarsınız. En önemlisi de kendi tabirleriyle Sarajevo (Saraybosna’da) farklı bir tat vardır.
Dil eğitimi için gittiğim Saraybosna’da, tanıştığımız aileler İslamiyet’i içlerinde daha fazla yaşamakta. Bugün Türkiye’de bir aileye misafir olduğunuzda sizi batı usulü bir sofra düzeniyle, havalı yemek takımları ile karşılayacaklardır. Ne olursa olsun zenginliğimiz belli olsun diyerek bin bir çeşit yemek sunacaklardır size. Oysa Balkanlarda bir aileye konuk olduğunuzda sizi yer sofrasında Osmanlı usulü bir yemek düzeni ile karşılayacaklardır. Hatta şöyle bir konu hatırlıyorum; Osmanlı zamanında gelen misafire önce kahve ikram edilirmiş. Eğer kahve içilirse misafirin aç olduğu anlaşılırmış. Günümüz Bosna’sında da önce Boşnak usulü, bakır cezvede pişen ve kulpsuz fincanlarda servis edilen kahve ikram edilir. Daha sonra evin hanımı öyle bir yer sofrası kurar ki ayrı gayrı olmadan hep bir yerden yemek yersiniz…
Yemeklerde yabancı değil aslında bize. Ee tabi unutturulmuş bizlere. Alışmışız kahveyi İngilizce dile getirmeye “white chocolatte mocha” yada makarnayı “tortellini”, keşkek kıvamlı yemeği “risotto” olarak istemeye… vs… vs… sürer gider…
Bakın bunlar bizlerin değil başka ulusların yemek kültürleri…
***
Bosna’da ne yediğimizi soracak olursanız; barbunyaya benzer bir kuru fasulye, kocaman bir tepside ev yapımı mis kokulu bir ekmek ve peynirli bir börek… Yanında da öyle kola değil bakır kaplarda ayran…
Sunulanı bitirmek için çaba gösterdikçe “Siz doymadınız daha da yemelisiniz.” diyorlardı. Sofradan tam da kalkıldığını düşünürken hurmašica adında bir tatlı, kavun, nane çayı ve tekrar Boşnak kahvesi çıkageldi ve yememiz için tatlı bir ısrarda bulundular. Yemek sonunda evden ayrılırken, her aile bireyi evin dışına kadar çıkıp yol sonuna kadar geçirdiler bizleri. Anlaşıldığı üzere hiç unutulmayan bir anı olmuş günümüze.
Peki ya şimdiiiiii…
Osmanlı usulünü, Türkiye’de karşılaştığımız batı usulü sofralar ile ağırlayan ev sahiplerine mi yoksa Saraybosna’da birlikte aynı kaptan yemek yediğimiz bu aileye mi yakıştırmalıyım?
Balkanlarda özlem duyulan bir kültürden bahsediliyor yıllardır. İslamiyet’in yayılmasıyla da sosyal ve dini yaşam iyice değişmiş, günümüzde bize de örnek olacak aile yapıları oluşmuş. Tabi her kesim böyle mi sorusu gelir akla. Değil tabi ki. Yabancı bir ülkede Osmanlıdan sonra karşılaşmak daha da manidar aslında. Osmanlı sonrası ülkede çeşitli etnik yapıların olması kültürü etkilemiş ve bugün Bosna’nın da etkilenmesi kaçılmaz olmuş. O yüzden her aile böyledir gerçeğinde bulunamayız.
***
Osmanlı Balkanlardan ayrılınca ne oldu peki? Duyduğumuz bir cümle bizi derinden etkiledi…
Sene 1992…
Makedonya’nın Köprülü bugünkü Veles kentine merhum Ali Alaeddin Yayıntaş Efendi ve oğlu muhterem Hasan Şükrü Yayıntaş Efendi ziyarette bulunurlar. Bir terzi dükkanında Hristiyan bir kişinin koşarak sarılmasıyla;
“Bre Alaeddin efendi nereye gittiniz? Siz gittiniz, Osmanlı gitti Allah, bizi unuttu…” der.
Manevi bir gidişatı yaşayan topraklar çöküş yaşamış, suya muhtaç bir şekilde ekilmeyi adeta candan istemekte. Bir tek Makedonya’da değil Bosna’da, Kosova’da ekilmeyi bekleyen çok toprak var… Günümüzde Balkanlar Türkiye’nin desteğiyle can bulmakta. Tabi illa ki yetersiz gelecektir. Çünkü ortamın yaşadığı siyasi çokluk ayrı görüşlerin çatışmasına sebep olmakta…
Bizler birer öğrenci, eğitimci, din adamı, ev hanımı, esnaf kim olursak olalım bir değere sahip çıkalım… Evlad-ı Fatihan toprakları bizim amacımızın dallarıdır. Dal olmazsa kök çiçek verir mi hiç?
***
Ve nice zâtların görüşleri de sırlanmakta Balkanlarda… Bugün saltanat hâli almış başını sürüyor. Saltanat kültürde yer almaz! İlimde hele hiç!
Osmanlı o topraklara nasıl ki dervişler ile can verdiyse bugün de aşk kaynamalı kazanlarda. Hiç bir oluş hakikati doğuracaktır. Mütevazi bir yaklaşım Allah’ı hatırlatacaktır… O yeşil deryalara sahip maneviyatı hissetmek için “İNSAN” olmak gereklidir. Din, dil ayrımı gözetmeksizin insan olmak… Tıpkı hisseden o terzi gibi…
Dememiz o ki bizler birer torun birer evladız Balkanlardan… En önemli vazifemiz hakiki ilmin gücüyle maneviyat kokan topraklara can katmak olsun…
Gerçek ayrı görüşlerde değil, “TEK” olan bakışımızda gizli…
Eyvallah…
Aşk ile daim bâki gönüllere selâm olsun…