Yugoslavya, Tito hakimiyetine geçince bu coğrafya bambaşka bir döneme girdi. Tito, yönetim biçimi olarak komünizmi seçse de sosyalist anlamda da birçok yeniliğe imza attı. Sosyalist düzende herkese eşit bir hayat sunsa da manevi anlamda din farkı göz etmeksizin inanç sistemini oldukça etkiledi.
Bu sistemde Bosna-Hersek’te yaşayan insanlar tam bir uyum içindeydi. Bir yerleşim biriminde; köy veya şehir fark etmeden üç ırka mensup kişiler (Boşnak-Hırvat-Sırp) adeta kardeş gibiydiler. Yaşadıkları coğrafyanın herkes için yurt olduğunu bilerek Yugoslavya’nın çöküşüne kadar dostane bir şekilde yaşadılar. Ta ki Tito’nun ölümüne kadar.
Tito’nun ölümünden sonra Yugoslavya’da tam bir Sırp hegemonyası görüldü. Bölgeye hakim olmak istemeleriyle birlikte zaten bu federasyon içinde zorla duran Hırvatistan ve Slovenya bağımsızlıklarını ilan etti. Sırplar, bu durumu hazmedemeyerek bu ülkelere harekatlar düzenlese de bir sonuca varamadılar.
Milliyetçiliğin baskın olması Çetniklerin hoşuna gidiyor ve Balkanlar coğrafyasında ne kadar Sırp varsa ayaklandırmaya ve hayallerindeki o “Büyük Sırbistan” devletini kurmak istiyordu. Günümüzde de şu anki Bosna-Hersek’in içinde bulunan sözde Sırp Cumhuriyeti Başkanı ve aynı zamanda Bosna-Hersek Başkanlık Üyesi Milorad Dodik’in hayalinde olan şey gibi. Ne yazıktır ki Çetnikler bu uğurda kendi ırklarından olan kişilere bile müsamaha göstermemiş ve sırf savaş çıkmasın diye birçok Sırp’ın da kanına girmiştir.
1980 yılı sonrası siyasi sistemin düzene girememesiyle adeta minyatür Balkanlar olan Bosna-Hersek de çalkantı içindeydi. Çetnikler bir yandan kendilerine yandaş topluyor, diğer yandan da oluşturdukları kantonlarda bağımsızlık ilan ediyorlardı. Bu dönemde siyaset sahnesine atılan ve Boşnakların da kendilerine ait bir ülkeleri olduğu görüşünü savunan Alija Izetbegovic, 1992 senesinde bağımsızlık referandumuna tüm Bosna-Hersek halkını davet etti. Sırpların çok büyük çoğunluğunun boykot ettikleri bu seçimde Boşnak ve Hırvat halkın ezici üstünlüğü ile 1 Mart 1992 günü Bosna-Hersek bağımsızlığını ilan etti.
Bu günden sonrası ise tam bir felaket oldu. Sırplar ellerinde kalan son toprağı (kendi düşüncelerine göre) elden çıkmaması için Boşnaklara savaş ilan etti. Bir tarafta dünyanın ilk 5 ordusundan biri; diğer tarafta ise ellerinde silah olmayan Boşnak halkı. 5 Nisan günü Sarajevo Meclis Binası’nı ablukaya alan Sırp kuvvetleri, silahsız olarak ablukayı protesto etmeye giden Boşnak halkına ateş açarak birçok insanın hayatını kaybetmesine sebep oldu. Öte yandan Sırpların lideri olarak seçilen Slobodan Milosevic, Hırvatistan Cumhurbaşkanı Franjo Tudjman ile çok tehlikeli bir anlaşmaya giderek Bosna-Hersek’i aralarında paylaşma kararı aldı.
Yaşanan geriliminin ardından Birleşmiş Milletler (?), silah ambargosu uygulama kararı aldı. Peki bu silah ambargosu kime uygulandı? Teçhizat bakımından hiçbir eksiği bulunmayan Sırplara mı? Yoksa Boşnaklara mı? Bu sorunun cevabı kendiliğinden ortaya çıkacaktı. Daha sonraları da durum o kadar vahim hale geldi ki masum ve silahsız Boşnak halkını korumak için gönderilen BM askerleri kendilerini bile koruyamaz hale geldi.
Sırp kuvvetler Belgrad’dan Sarajevo’ya doğru ilerledikçe soykırımlar yapıyor, tertemiz Boşnak kadınlarına tecavüz ediyor ve erkekleri de toplama kamplarına götürüyordu. Bu durumdan şikayetçi olan İslam ülkeleri İran öncülüğünde harekete geçerek Bosna’ya silah yardımı yapmaya başladı. Ancak buraya yapılan yardımların çok azı Boşnak halkına iletilebiliyordu. Çünkü karayolu ile ulaştırılamayan mühimmat havayolu ile Zagreb’e gidiyor; Hırvatlar ise bu mühimmatın %60’lık gibi büyük bir kısmını haraç olarak alıyorlardı. Bölgede Boşnakların düzenli bir ordu olmaması neticesinde de halk kendilerini aralarında kurdukları milis kuvvetlerle korumaya başladı. Kara Kuğular (Crni Labudovi) ve Yeşil Bereliler (Zelene Beretke), bu kuvvetlerin en önemlileriydi. Hatta bu gruplara katılan ve şehit olan Türkler de mevcuttur.
3 yıl boyunca Sırpların soykırımına maruz kalan Boşnaklar en az 100.000 vatandaşını kaybetmiştir. Aradan uzun yıllar geçse bile üzücüdür ki hala daha toplu mezarlara ulaşılmaktadır.
Savaşın ardından yapılan Dayton Anlaşması ile Bosna-Hersek iki kısma ayrıldı. Bir kısım %51’lik bölüm ile Boşnak ve Hırvatlara, kalan kısım ise Radovan Karadzic liderliğinde kurulan sözde Sırp Cumhuriyetine verildi.
Peki Avrupa’nın orta yerinde ve tüm dünyanın gözü önünde yaşanan bu soykırımlara hangi Avrupa ülkesi niçin sesini çıkarmadı? Bosna-Hersek’te yaşanan her katliama Avrupa neden sesini çıkarmadı? Cevap çok ama çok basit: Savaş döneminde Portekiz’in başkenti Lizbon’da düzenlenen barış görüşmelerine savaşı yaşayan ülkelerin liderleri yanı sıra sözde Birleşmiş Milletler’den bazı üyeleri de katıldı. Görüşmeler sırasında dönemin Fransa Devlet Başkanı “Avrupa’da Müslüman bir devlet istemiyoruz.” demesi zaten olayın ne kadar taraflı olduklarını göstermektedir. Tıpkı Srebrenica’da Hollandalı askerlerin sivil Boşnak halkını Sırplara teslim etmesi ve yaklaşık 10.000 kişinin soykırıma tabi tutulması gibi.
Yaşananlar o kadar acı ve o kadar yanlı ki… Şu anda Lahey’de sözde adalet divanında yargılanan savaş suçlularına verilen cezalara inanamıyorlar bile. Sadece inanç olarak birbirinden farklı olsa da kardeş gibi yaşayan insanları ayırmak neye yaradı? “Sırpları ancak birlik kurtarır.” diyen Slobodan Milosevic acaba Bosna-Hersek’te herhangi bir yerdeki kardeşliği niçin görmedi veya görmezden geldi?
Şu anda bölgedeki durum son derece tehlikeli. Son yapılan seçimde başkanlık konseyine seçilen Sırp Milorad Dodik her seferinde Sırp Cumhuriyeti’ni Bosna-Hersek’ten ayırmak istediklerini söylüyor. Tansiyon bazen o kadar yükseliyor ki her an yeni bir çatışmanın patlak vermesinden endişe ediliyor. Allah’tan dileğimizdir ki yeni bir savaş çıkmasın. Eskisi gibi olmasa da bölge halkı yine barış ve kardeşlik içinde yaşasın.
Bu dünya hepimize yeter.