Tüm evren sürekli hareket halinde… Yüzyıllardır devam eden bu hareketin iki eylemi var: ilerleme ve dönme. Aslında insanoğlu da tam ortasına aldığı bir merkezin etrafında yıllardır dönmekte. Kimi haberli kimi habersiz bu devranı nihayete erdirmekte.
Bir ince düşünüş ile akledildiği vakit görülecektir ki insanoğlunun dönüşü kısır bir dairenin durmaksızın kendini tamamlaması ve yeniden en başa dönüşüyle bitmek tükenmek bilmeyen bir seyran içindedir. Bu kısır daire içerisinde ân’ın idrakına uyananlar elbetteki olacaktır. Çünkü nihayetsiz bir devirde hiçbir mesafe katetmeden sadece bir dönüş göstermek insanın gelişimine katkı sağlamayacaktır. Bir teslimiyet haliyle yola baş koyan İ’nsan ise dairenin tam da ortasında nazarlarıyla cânlı bir Yâr’in rehberliğinde yolculuğunu dikey hâle getirecek ve dairenin içerisine emin beldenin huzuruyla yeniden dahil olacaktır.
Sırat-ı müstakim üzere bir devamlılık için cesaret ve muhabbet olmazsa olmaz iki temel unsurdur. Cesareti olmayan kendi korkaklığı içinde yitip gidecek tüm şahanelikleri utangaçlığını giydirdiği seyir pencerelerinden izleyecektir. Halbuki cesurluğun kalbe vuran “güm güm” sesiyle meydana atılanlar dairenin merkezine rabt oldukları takdirde emin beldeye adım adım yaklaşacaktır.
Dünya yaşantısı içerisinde beşer vasfın gereklerini karşılamak ve hayatiyetin devamını sağlamak için sunulan nimetlere sahiplenici bir gözle baktığımız vakit neler olacağını bir düşünelim:
Dünya hayatı topraktan başladı, insan topraktan yaratıldı, besinler topraktan yetişiyor. Ev, araba… Her ne varsa topraktan vücuda geliyor. Yani aslı toprak…
Sahiplendikçe toprağa çekiliyor insan, sahiplendikçe çekiliyor… Başta güzel geliyor elbet rehavet bir müddet ferahlık veriyor…
Ya biz vazgeçmedikçe neler oluyor? Yaradan ile aramıza durmaksızın perdeler koydukça… Yavaş yavaş toprak ile örtünmeye başlıyoruz, toprağın derinliklerinin içine gömülüp gidiyoruz… Aynı bir göçük gibi… Bizi içine alarak dibe doğru çekiyor toprak… Sırat köprüsü üzerinde yürüyoruz yalpalayarak… Doğru yola hiçbir vakit varmadığımızdan geçilecek menzili de görmüyor ki gözlerimiz. Kör bir karanlık… Sağa sola dönüyoruz ama çıkış yok… Ve her şey sil baştan… Bahsedilmiş en güzel nimet olan İ’nsan değerini kaybediyoruz… Hergün biraz daha dünyaya bağlanarak aslında yitip gidiyoruz…
Hani yazımızın başında bahsetmiştik ya kısır bir döngüden. O kısır döngünün bir sevgi eksenine dönüştüğünü düşünelim bir de… Merkeze rabt olmuş bir halde O’nun yüce sevgisiyle yürüyen kullar olduğumuzu düşünelim. Tek lakin herkesle birlikte… Cân câna… Ve hep Sen’in sevginle… Sadece “ŞU ÂN”da…
O’nun sevgisinden yücelen ve cân câna ilmek ilmek birleşen bir Cuma olması niyazıyla…