Başlangıç yapmak istedim cümlelerime. Dokundukça kaleme bir adım geride dile getirdim kelimelerimi. Daha da büküldükçe bir harf değil bir nokta idim cemâlinin karşısında.
“Yok ki bu fenada noktadan ayrı bidayet
Var sen sus konuşsun cândan letafet…”
Öyle bükülüşlere sığınmış bir kalbin sızısıydı ki ilâhî rahmet, dile gelir miydi bilinmez. Bazen kâl ile anlatılmazdı hâl. Hâksâr bir gönül hâlini tevazu eder de susar zannederiz. Oysa tevhid şekeri ile rızkına tat katmış Er’ler kevserden yudum yudum içer de toprağa ekilmiş tohumu An’ın eşsiz deminde sular. Âftâb ile şevklenen tohum, fidan olur; belki tomurcuk bir gül belki içi firak sancısıyla siyaha tutulmuş bir lâle…
“An’da yoktur ki fidan olmayan
Kendini bilen için keşf ayan…”
Nokta koyulan yerden başlar adım. Keşfe değer kıymet fidanı bir çiçek ya da bir ağaç eder. Kökleri salındıkça toprağa sıkı sıkı tutunur. Nefesi her bir dalından çekerek köklerine yaşam ve dahi meyve vermesiyle renk cümbüşüyle âleme seyran olur.
“Fevaih Nûr’u nuş eder âlemde
Âdem ise adem ile boyanır nefeste…”
Huzur, acz bir sevdaya gark an’ın deminde. Mahbuba hayran ab-ı çeşm muhabbete od katmakta. Ateşi tutuşturup geceye sırlanmakta.
“Muhammed hasıl olsun muhabbette
Gülzar murad edile görsün hakikatte…”
Ve durmadan seninle konuşur Yaradan… Gecenin bir saatinde sessiz derinliklerde “Aşk” ile, mihrin doğuşuna yakın kevkeb-i subh ile… Nefes noktadan ari değil çek seherde cân ile… Düşüncedeki hareket, kalbe pusula, nefes Elif’e nokta olsun…
“Rûy-ı dildardır bana fahri saadet
Elif kadar Tek nefes câna emanet…”