Bir devrandır hayat…
Gâh kol kola gâh el ele…
Ama daima Bir’likte…
Sen’inle…
Sen’de…
Sen’in güzelliğinde…
Bir pervane misali hayatın içinde…
Maşuğunun peşinde hiç vazgeçmeden dönmede…
Merkezin kuvvetli çekimine doğru yönelmede…
Belki ışığın mestanlığında yeniden ve yeniden âşık olmada…
Belki de yanıp kavrulacağını bile bile kendini ateşe atmada…
Değişmeyen tek şey daimi bir dönme…
Hayraniyetin eşiğinde sanki her şey Sen’den Sen’e…
Küçüğünden büyüğüne herkes Vedûd sevdanı yüreğinin tam orta yerinde hissetmede…
Dokunur her bir nazarın misl-i deryâya kurban olan bî-çarelerine…
Ân’a çağırır Sen’den katrelere duyrulan her bir kelime…
Haydi!..
Bir cesaret gerekti yönelmeye…
Tüm benliğini ardında bırakıp sadece ve sadece Sen’de kalmaya…
Her söz veriş kendinden bir şeyler bırakış değil miydi karanlığa…
Bu bırakış aslında bir yüceliş değil miydi aydınlığa…
Bir sevdaydı hayat…
Kadrinden güç olarak Vedûd’u şah damarın kadar yakınında hissedişti…
Kendini kaybedişti vuslat diyârında…
Vuslat ve sılanın hep birlikte yürüyüşüne şahit olmaktı…
Ve hiç bitmeyecek gibi özlemekti…
Sılanın bitmeyen acısından zevk almaktı…
Her gün yeniden ve daha fazla…
Sevgiliye duyulan özlemin misli misli artmasıydı sevda…
Muhabbete hasret kalmasıydı gönlün…
Yanındayken bile özlemenin bir diğer adıydı belki kim bilir…
Hasretin firağında buram buram bir yanık kokusuydu…
Ve kalbinin olağanca hızıyla çarpmasıydı aşk…
Dirilmeydi muhabbet bahrinin kıyılarında…
Sunulan teveccühe cevap vermekti…
Hizmetine düçar bir yürekle yiğit gibi meydanda dimdik durmaktı…
Tıpkı elif gibi kıyamda olmaktı…
Serin ver deseler sercân rükûya varmaktı…
Öylesine teslim bir halde her ân secdeye nazar kılmaktı…
Her ân teslim…
Her ân hazırda…
Her ân huzurda…
Her ân cân’da olmaktı…
Ve aşk,
Bir nazarına ân’da cânın bırakmaktı…