Fark etmek bir biliştir. Biliş hali farkta mümkün olabilmektedir. Öyleyse fark, kesrettir ki farketmek burada olur, cem de biliş yoktur. Biliş ötesi olarak adlandırabiliriz. Aslında Allah Varlığının bilinirliği Bilinmekliği farkta mümkündür. Farka inen insan, fark aleminde bilinmeyi idrak edebilir. Fark alemindeki var ol’uşun bilişi söz konusu olabilir. Bu biliş ise Bir olanın sonsuz uzamasından meydana gelen Varlığın perdelenmiş hallerinde seyran eder.
Her şeyde Allah’ın Bir’liğini bilme hali ve bu biliş Varlık alanına bizi akseder. Varlık alanında bütünleşme ile Vahdet bilinci olmaktadır. Ancak bu Allah’ı Külli Varlığı ile bilinemezliğinin Bilinmekliği Bir’den aksetmesidir. Kenz’in bir’likten çokluğa, çoklukta ise Bir’liğe işaret ederek bilinmeyi istemesini nasıl zuhur ettirdiğini alemde bize izhar ediyor Rabbim…
Çokluk Bir’in tasviridir. Tasvir ederek kendini tasvirlerinde hem perdeliyor hem aşikar ediyor. Bu tasvirlerde kendini tecelli edişi eşsizce nüzul ediyor. Hiç bir tasvir bir diğerine benzemiyor. Bu tecelli birbirini tekrarlamıyor. Bu kudret ise Varlığın Sonsuzluğunu ve bütünlüğüyle Kadir’liğini beyan ediyor.
Bir’in Sonsuzluğunun uzamasının arz edilişindeki hikmeti insan ancak merak, hayret ve hayranlığında kendindeki Kendine âyân ediliyor. Bu merak ve hayranlıkla oluşacak idrak ediş insanı yine kendini bilmeye götürüyor. Gördüğü her Varlığı hem kendinde hem de alemde keşfetmesi ve bu keşfediş de insanı bir’lemeye sevk ediyor. Kendindeki Bir’e bir’den bir’e seyranı ile tarik eyleniyor. Bu tarikte kılavuzsuz yürünmüyor. O’nun akîsînin seyranı bir gönülden yapılıyor. Bu gönül seni Varlığa irşad ediyor.
Mürşid’in irşadı harfsiz ve kelamsızdır. Irşadı tasvir etmeye kalksak edemeyiz. Bu alemde benzerlik kurulacak herhangi bir şey yoktur. Gönülden gönüle irşad eden mürşid her an senin bütünlüğün ve yönelişin ölçüsünde seni kendindeki Rabb’e doğru irşad etmektedir. Bu irşadı can bilemez. Farkında dahi olmaz. Yani irşatta biliş yoktur, Hissediş vardır. Mürşidinin Varlığının sirayetini hissedersin ve bir’liğin huzurunu hissedişteki heyecanın seni canlandırır. Irşad fikri, zikri, gönlen ve dahi bilinçsel olarak an’da yaşanır. O cem noktasında can kendindeki değişikliği ve dönüşümü ya da nasıl irşad edildiği, irşad ile Varlıktan neler sunulduğunu bilmez. Bilemez. Farka indiğinde yani biliş başladığında muhabbette iken düşünceden vuku bulur. Tefekküründe akseder. İrşadın ne kadar işlediği muhabbet halindeki konuşmanda ya da yazında, halinde görünür. Bazen insan kendide şaşar ya kendinden sarfedilen sözlere, yazılara, rahmani düşüncelere…”Allah, Allah bunu ben mi söylemişim” der. Işte farkediş bu şekilde nüzul olur. Ancak söyleyen ve söyletenin Rabb olduğu bilinciyle…
Harfsiz ve kelamsız irşad seni öylesine yoğurur ki öylesine kendiyle sarmalar ki orada kirlilikler barınamaz hem temizler hem arındırır hem de parlatarak güzelleştirir. Zahiri ve batıni güzelleşen canın safiyetindeki hissediş hali daimi olur ve bu daimilik hali ise sunulan Hayy’atiyettir. Farkı her an cem hali olur ki vahdet-i vücud vuku bulur.