Düşünce dediğimiz yok’luğun mekanıdır, incelik ister, öyle bir incelik ki, kıldan ince kılıçtan keskin. İnanç oradan pekişir, orada başlar düş’ünün iz’leri..
Tefekküre giden yolun başlangıcıdır düşünce. Evrim için yaratılan İ’nsan hangi uzvu yok olursa olsun bir düşüncenin içinde doğar. Hakikat arayışı için ihtiyacın olan zemindir ince düşünce, orada kalınlık kabul görmez, mahlukun yontulacağı, insanlık adımının atılacağı, merkeze bağlı ilk makamıdır..
Allah’ı, Sen’i Yaradanı an’mak ve yaşamı (zann’larını) sorgulayacağın giriş kapındır düşünce. Orada madde alemine yansıttığın her halin ayna gibi gösterilir, karşına çıkan her bir’i yakın ya da uzak kim olursa olsun senin izindir, zahire taşan izlerini takip edersen kendi düşüncene tanık olursun.
Örneğin;
Kimseye güvenmiyorsan Allah’a güvenimiz yeterli değildir, etrafımızdan korkup panik halinde yaşıyorsak var’lığımızdan da o derece korkuyoruzdur, sevmiyor ve en acısı (yazmak dahi içimden gelmiyor ) çok olumsuz şeyler düşüncenin kapısı önünde yığılıysa, O’nunla aramıza perde değil kalın duvarlar örmüşüz demektir. Bir ilişik’lik, bir alâka kurmak bu durumda zordur.
Genelde çok kalın olan sözde ince hesaplar yaparız, fakat tutturamayız..
Misal, “ben ona şunu yapsam o da bana karşılığında bunu yapabilir” ihtimalli düşünceler, düşünce bile değildir, tamamen mahlukat refleksidir. Hakk rızası gözetilmeden yapılan her düşünce amele eyleme dönüştüğünde, olumsuzluk olarak mutlak geri döner. Belki o anki işini görmüş olabilirsin, yarına kalabilir hesabı lakin katiyen yanına kalmaz. İnsanın idrak etmekte zorlandığı aşamadığı nokta kesret yani çokluktur, tüm ihtimalleri çoklukta görüp yaşanmış ya da yaşıyorum olarak kabul etmez. Biri ondan yardım istese kesret’ten çıkıp vahdet’e giremez, karşına çıkan her bir Sen’sin dense, diyenin deliliğini kimseden gizlemez. Sen Sen’i bil diye bu kadar çok Sen’den var desek yine fayda etmez. Çünkü kesret gözünü perdelemiştir, dünya alemi gibi onları da var sanır..
Tüm bunların kavranamayışı insanın kendi düşüncesine yabancı oluşundandır. Kendi içinde Ken’din’e yabancıdır.
İnsan Kendi Kendini var eden düşünceyi nasıl olurda içindeyken tanıyamaz?
Titreşimsel yani bir enerji parçacığı olan insan manüpüle edilmekte, eğer ki düşüncen boşlukta asılı ve kullanılmıyorsa bir çamaşır ya da bulaşık makinasından farkınız yok demektir, yani programlanıyorsunuz. Ne düşünüp yapmanız gerektiği size sıra sıra işleniyordur, sürü psikolojisi düşünemeyen insanda açığa çıkar (inek, koyun vs.. lütfen bu örneği evrimsel olarak algılayalım, kişisel duygularla değil. Hakikatten onlar insana hizmet için yaratıldı, evrimini hatırla diye onları bilmeyen kalmadı) o ne yapıyorsa ben de onu yapacağım diyerek hareket eder, bir düşüncesi bir fikri yoktur ki bir anlayışı olsun, çünkü düşünceyi hiç kullanmıyor, ne düştüğünün farkında ne de o düştüğü yerden çıkış olacağının idrakındadır.
Düşüncene çelme takmalarına izin verme, tam düşünecekken önüne madde sürülmekte, “şeytanın bacağını kırdım” deyimi vardır, kır şeytanın bacağını ki çelme takmasın giderken düşünceye, TV’den uzak dur!! Ne izleyip dinleyeceğine sen düşün karar ver. Kimisi şunu diyor duyuyorum “ne yapayım izleyecek başka bir şey yok”, ken’din’i izle!!
Teknolojik aletler kullan, buna mecburuz, lakin orada muazzam faydalı seni geliştirecek düşünceye erdirecek videolar da var. Sade ve sadece müzik dinlesen bile bu bir temizliktir düşüncede, yeter ki sana dayatılmak istenenleri kabul etme, bu kabul etmeyiş bile hiçbirşey yapmamak aslında, hiçbirşey yapma halvet halidir bu, orada ken’din’i bulup çıkacaksın, bu kadar kolay zahmetsiz ve ucuz hatta bedava.
Hakikati merak etmeyen yaratılan, gerçeği dahi merak etmez, ne duysa onun için yeterlidir. Düşüncesini araştıracak vakti yoktur hemen inanır, ya hu o öyle diyor, bu böyle, nedir bunun gerçeği demez, kim ne derse kabuldür onun için, görmediğini bile görmüş gibi anlatır, konuşursa o kadar ikna olmuştur, (bakınız sosyal medya) hakikat dense bir Kâmil nazarında, o nereden bilecek gördümü ki, der hatta, bir de uçmuş diye düştüğü yerden yorumlamakta, bir bakıma haklı da aslında, Kâmil İ’nsan’ın düşüncesi o kadar yücedir ki, bu yücelik uçmak ile düşen tarafından algılanan kısmıdır, ya uçmuş değil de düşmüş deseydi, ilahi adalet işte orada bile koruyor Dost olan Kâmil Mürşid’ini.
Hakk’ikat’ın özü düştüğümüz noktadan düş’ün’ce’den başlar, öyle bir nokta ki en aşağıdan en yukarıya tek bilinç’te toplar, noktadan dağıtır herşeyi yine noktadan toplar.
Bu bakımdan İ’nsan merkezde Kendi’ni arar..