İnsan, düşünen, akleden, irade sahibi, aşık olan ve seven bir varlıktır. Daima bir arayıştadır. Insan, nisyan kökünden türeyen kelime manasıyla unutan anlamını barındırmaktadır. Unutan, perdelenen… Kendi varlığının aslını unutan, varlık sebebini unutan, neden yaratıldığını unutan bir varlık…
“İnsan, içine üflenmiş bir aşkın eserisin” HŞY
Aşkın eseri olan var edilen insan, öyleyse aşkın kaynağını hatırlamalı, ama nasıl?
Insanoğlu yüzyıllarca varlık sebebini araştırmış durmuş. Bir çok filozof, düşünür, bilgin açıklamak için çabalamış. Alimler, evliyalar, filozoflar dönmüş dolaşmış yine kendini işaret etmiş. 13. yüzyılda Uygur bilgelerinden Vapşı Bakşı, bir canlıyı insan kılan başlıca etkenin bilinç olduğunu izhar etmiş. Ona göre kendim ve dünyam hakkında beni haberdar kılan bilincimdir. Olup biten ne varsa bilinçten neşet eder ve öyleyse varlık bilinçle örtüşür. Bilinç ise katmanlardan ibarettir, der. Katmanlar aralandıkça öz’e yani nüveye ulaşır ve nüveye ulaşan kendikendindekine olduğu kadar bütün varolanlarında özüne ulaşmış olur. Varlığın giziyle tanışan, bilinçlenir, bilinçlenense nura gark olur, yani Allah’a vuslat olur. Insanı bu şekilde tanımlayan Vakşı Bakşı, yine aşağı yukarı aynı çağda yaşayan Yunus Emre de aynı gizi izhar eder: ” Bir ben vardır bende, benden içeru”
Niyazi Mısri ise, “Ben taşrada arar idim
Ol cân içinde cân imiş, Öyle sanırdım ayrıyam,
Dost gayrıdır ben gayrıyam, Benden görüp işiteni
Bildim ki ol cânân imiş.” demiştir.
Her bilge, alim, evliya aslında başka çağlarda, başka mekanlarda hep bir dilden konuşmuş ve tek bir şeye işaret etmiş: arama dışarda, O hep Sen’de…
Şimdi birlikte düşünelim: O varlık ki uçsuz bucaksız, sonu olmayan, daima canlı ve diri, hareket halinde, her şeyi bilen ve her şeyi birleştiren ve hiç bir şeye muhtaç olmayandır. O’nun varlığını gizlediği insan da O’nun eseri olduğuna göre elbet kendinden izler taşımalı… Bu beden olamaz. Beden bir toprak misali, ihtiyaçları ile sınırlı beşeriyetin temsili… Akıl desek pür safi akıl sınırlı… Bir noktadan sonra yanar. Gönül desek gönül sonsuz elbet ama gönül doğuş yeridir. Ilhamın kaynağı değil. Bir nevi rahim gibi düşünelim. Bir de bilinç var! Bilinç, sonsuz… canlı… ihtiyaçsız… bilginin kaynağı… yöneten… Bilinç bu özeliklerini Hakk’ıyla izhar edebilmesi için elbette akıldan gönüle, gönülden bilinçe doğru bir seyir eylemeli ve perdeleri aralamalı insan… Lakin şu bir gerçek ki bilinç her daim uyanık… Her an öğrenen ve öğreten konumda…Uyuyorken bile… Nasıl diyeceksiniz? Şöyle hepimiz baygın olan bir insanın ilk müdahele anına tanık olmuşuz ya da ilk yardım dersini alanlarımız bilir. Önce insanın bilincinin açık olduğu kontrol edilir. Insan baygındır, uyur vaziyettedir ama bilinci açıktır. Eğer bilinç kapalı olursa bu kötüye işaret olup hayati risk taşıyor demektir. Yani insan uyurken bile bilinç canlı, açık, uyanık…
Bazı yabancı araştırmacılar bir araştırmasında insan bilincinin uyanıklığına ve öğrenen-öğretenliğine işaret emek adına uyurken insanlara yabancı dilde film izletmişlerdir. Bir müddet sonra yabancı dil eğitimi almamasına rağmen diletilen insanlar yabancı dili öğrenir ve anlayabilir olmuştur. Yani aslında burada bilinç öğrenendir. Ne muazzam bir kıymet değil mi! Hatta bebeklerin ilk doğduğunda bazı yetilerle ve bilgilerle doğduğunu biliyoruz. Çünkü o saf haliyle henüz perdelenmemiş ve doğrudan ana bilinç-kaynaktan akışı almaktadır.
Insan bilinç dünyasına daldıkça bir sınırının olmadığını keşfeder. Bilinciyle yaydığı enerji ile etkileşim kurabilen, bilincinin sunduğu bilgiler ışığında yeni keşiflere yol eyleyebilir. Bilinci ile seyahat edebilir ve ettiği seyahatte sınırsızdır. Hani hayal edin derler ya… Hayaller sınırsızdır ve hayal bilinçten bağımsız olamaz. Unutmayalım ki dünyada bir çok keşfedilen şey bir hayalin ürünüdür. Öyleyse bilinç aslında bizim içinde keşfetmemizi bekleyen bir çok bilgiyi barındırmaktadır. Peki bu bilginin kaynağı nedir?
Âlim olan Allah… Sendeki nüvesi ile sana daima ilham olan ve sende daima canlı olan o yüce Varlık… Aşkın eseri olan insan öyleyse nüveye aşk ile ulaşabilir. Ulaşabilmesinde perdelerini aralayacak tek formül AŞK… Aşk ile perdeleri aralayarak bilince ulaşan insan artık O’na cismiyle perde olur. O’nun Varlığının taşıyıcısı olan vücuduyla dünyadadır ama tüm varlığı ile O’dur. Akıldan gönüle, gönülden bilince olacak seyranda bilinçteki perdeleri aralayan insan bilinçten gönle doğan ilham ile hisseder ve bu hissediş ile canlıdır. “Hissediş, aklın külli seviyeden duyumsamasıdır.”HŞY
O, hakikattir, gönül hakikate gebedir. Öyleyse O Sen’den Sen’e bir seyeranda… sen arama başka yerde ol can içinde can olmakta sana her demde… Arala bilinç perdelerini aşk’ınla aşkınlığa er ey insan!
Çünkü “sen içine üflenmiş bir Aşk’ın eserisin”…
Muhabbetle…