O’nun ilm-i hakikati, ilm-i ledün ile yazılır..
Eğer neleri bilmediğimi bilseydim bilmiyor olmazdım. Hiç bir şey bilmiyorum deseydim, b’ilme’ye yer açmış olurdum. Boş bir çukur O’nun ilmini akıtacağı bir mecra olurdu. İlim o boş çukura doğru akardı. B’ilm’ediklerim o boş çukura dolardı. O çukurda bilgiler bir b’ilgi çorbası olurdu. Çorbanın içinde ne var ya da hangi malzemeyi tanıyorum, yine bilemezdim..
Neyi bilip neyi bilmediğimi ayırt edebilmem için bir yola çıkmam ya da bir eylem îfâ etmem gerekiyordu. Bu eylem esnasında ancak neyi biliyorum ya da neyi b’ilm’iyorum bilebilirim. B’ilm’ediklerim, hiç bir şey b’ilm’ediğimin itirafıyla O’nun ilminden bildirilir, boş bir sayfa misali yazılırdı. Bildiren O’dur, bunu kendi ilminden sunar, sayfa O’nun ilm-i hakikati, ilm-i ledün ile yazılır. İlim talep edene izhar edilir.
Ben kendimden bir şey bilemem. Kendimi dahi b’ilm’em ki bildiren vardır. Kendimi t’an’ımaya, kendimi b’ilm’eye niyet edersem b’ilm’ediklerim öğretilir. Yolda yürümek kendimi tanımaya başlamaktır. İns’an o tarikte neler nelerle karşılaşır ve şaşkınlık ve hayr’et’e düşer. Karşılaşmıyor ve şaşmıyorsa yürümüyor demektir.
O şaşkınlıklar insana neler öğretir?
Rabbim varlığını gösterir ve o şaşkınlıkla bir anlayışı ortaya çıkarır, bilinç oluşur..
Zâhiren bir kimliğimiz vardır ve çoğunlukla bu kimlik çevre tarafından insana doğumundan bir süre sonra, çevreyi tanımaya başladığında giydirilir. Bu tamamen çevrenin biçtiği bir roldür.
Düşünce, gönül ve ruh yolculuğunda ise hayret ve şaşkınlıkla sana O’nun tarafından bildirilenler o zâhiri elbisenin yerini almaya başlar. Artık zâhiren giydirilen kimlik ya da elbiseyi ruh reddeder, elbise bedene fazla gelir. Değil ruh, beden dahi zâhirin elbisesini taşıyamaz olur..HŞY