Allah’ın isim ve sıfatlarının cem halinden zuhura gelir insan.. Allah isim ve sıfatlarını her an insan üzerinde tecelli ettirerek yaşam döngüsünü sağlar. O Halik ismiyle insanı büyüterek geliştirir. O, Şafi ismiyle her an üzerimize gölge olmasa sağlıklı olamazdık. O’nun El Mürid ismi şerifiyle insanın irade gücü işleyebilmektedir. O’nun Settar ismiyle cildimiz vücudumuza perde olabilmiştir ve iç organlarımızın nicesi incecik zarlarla kaplanarak örtülmüş ve korunmuştur. O’nun Vedud ismi şerifiyle sevgisini bize ve bizden işler ve yansıtır. Kahhar ismi şerifinin tesiriyle hareket ederiz. Merhametimizin kaynağı Afuv olan isminden gelmektedir. Cemal ismiyle fiziki ve manevi güzellikler insanda vücut bulabilmektedir. Daha nice isimlerini her an, an be an insandan işlemesiyle insan yaşam döngüsünü sağlayabilmektedir. Yoksa insan aciz bir varlıktır. Beşeriyetiyle bu alemde var olan insan, madde halinde de O’nun hikmetinden yoksun yaşayamaz. Canlı kılan, nefes alabilecek yetiye insanı kavuşturan Hayy’lığıyla O’nun kuvvet ve kudret eli daima üzerimize sayebandır. Bir an elini çekse ayakta duramaz, nefes alamaz, sağlıklı olamayız. O, isim ve sıfatlarının tüm tesirlerini an be an insana tesir etmese insan bu alemde vücut bulamaz. O himmet elini daima insanın üzerinde kılar. Insan, O’nun Varlığının yansımasıyla vücutsal döngülerini sağlayabilir.
Insan vücudunu düşünelim. Işleyişini, bir an dahi durmaksızın çalışmasını ve sistemindeki nizamı… O nizamın oluşmasında ve işlemesinde katkımız var mı? Yani kalbin çalışması, kalbin kanı nasıl pompalayacağını, midemizin nasıl sindireceğini, solunum sistemimizin nasıl nefes alacağını biz mi programladık! Biz kurgulamadık. Tüm bunların kendi bedenimizde anda nasıl işlediğinden dahi haberimiz yok. Bilakis göremiyoruz. Kalbin sesini dahi duyamıyoruz. Her gün kalkıp kalbe her an komutlar oluşturan, midemize böyle böyle sindirmelisin diye program çıkaran biz değiliz. O ki an be an bu işleyişi kudretiyle yapıyor. Sen vücuden uyusan dahi senin tüm sistemin işlemeye devam ediyor. Paydos demiyor! Her an seni geliştirerek olgunlaştırıyor. Bunda zerre katkısı olmayan insan varlık iddiasında bulunabilir mi? Ben varım, diyebilmen için varlığında bir katkın olmalı. Varlığının vücud bulmasındaki varolabilme ve varlığını devam ettirebilmek ölçüsünde yönetmen sen olmalısın. Hadi kalbinin yerini değiştir bakalım değiştirebiliyor musun? Ya da beynimizi midemizin yerine koyalım mesela… Bu mümkün mü?
Ey insan, sen doğuştan tüm yaşamsal döngüde kendiliğinden teslim haldesin. O’nun hükmüne teslimsin. O’nun nizamına tabisin. Sen farkında ol ya da olma! O, senin vücutsal döngülerini idame ettirmende tüm düzenini ve kudretini işletirken kendini sende gizliyor olması, senin zahir gözlerinle somut olarak göremiyor olman bunun aksini ispat etmez. Aksine senin aciz, sınırlı, beşeri ve cüzzi bir yapın olduğunu sana an be an anlatır. O yüzden sen diye bir şey yok! Ben’lik iddiasında bulunamazsın. Sen muhtaç bir varlık olarak kime, neyi şirk koşmaktasın?
Ihtiyaçsız, sonsuz, kudretli, yüce bir varlık ancak hakiki olarak Varlığın Sahibidir. Hükmedici ve Kadir olan ancak Var olabilir. Sen yoksun ey insan, sen ancak O’nun Varlığının kadr etmesiyle olabilirsin. Senin üstünlük çaban boşa! Sen üstünlük çaban içinde aklının maddeleşmesiyle esrefligini yitirirsin. Halbuki sen mahluklukta kalamazsın. Mahlukluğunu idrakinde eşrefliğine yol alabilirsin. Eşrefliğinin güzelliğinde Insan olabilirsin. Mahlukluğunla beşer olarak maddeden ibaret bir yaşam ne kadar sığ ve boş değil mi ki sen henüz beşeriyetinin dahi farkında değilsin! Koma halinde yaşadığını sanıyorsun.
Insan olma yolculuğuna muhabbetle çıkmalı ki önce mahlukluğunu yani beşer oluşumuzdaki hikmeti ve acziyetimizi idrak edebilelim. Bu alemin yaratışındaki O’nun hikmetlerini gözlemleyelim. Her bir canlıdan nasıl işlediğini ve kendini nasıl da örttüğünü keşfedelim. Eşrefliğimizi idrake doğru muhabbetin derinliklerinden yol alabilelim. “Ben kimim? Neden yaratıldım? Ben neyim?” ya da “Ben ne değilim?” sorularına cevap bulma bu yolda mümkün olabilmektedir ki bu yolculuk aklın gönle tarikidir. Bu tarikte sorularına aldığın cevaplar, tefekkür alemine düşen bilgiler seni kendini ve alemi anlama ve anlamlandırma, Allah’ın bu alemdeki işleyişine ve Varlığının yansımalarını keşfe götürür. Bir de gönülden ruha bir tarik vardir ki bu da esrefligimizi kesiftir. Eşrefliğimizi keşif İnsan olmaya yani “kul” sıfatına mazhar olmamızı sağlar. Bu tarikte bilinçsel açılımlarda ilm-i ledün akar ki ilk tarikte muhabbetten aşk’a yol alırken ki burada aşıklık vuku bulur ikinci tarikimizde aşk’tan, ullah’a yani aşk’ullah’a yol alırız. Aşk’ullah tarikinde muhabbetullah ile ilmi ledün yani hakikat bilinç perdelerimize düşmeye başlar ki o zaman beşer, İnsan yani kul olduğunu idrak ederek hiç’liğine er’er. Varlık iddiasından geçip Varlığın güzelliklerini Hiç’liğinden yansıtanın yansımasında mest olur. Mest oluş öyle bir kendinden geçirir ki cezbe ile Varlığın müptelasıdır. Muhabbet ile başlayan tarikte her derine iniş bir sarhoşluk hali gibidir. Her keşif seni senden alır ve Varlığın aşk’ının sekr’an’lığında kayboluşa geçirir. Bu kayboluş aslında aslını buluştur. Hakikatine er’iştir. Er’lik’tir. Içten içe… Içininde içinde…
Böylesi güzel hallere yol eylemek var iken varlık iddiasında benliğin sığ sularında gezinmenin var mı bir manası? Yaşamın hayy’atiyete dönüşmesi iç’inde saklı…