Eski Yunan mitolojisinde yaratıcı kudretler ile insanlar arasında sürekli bir güç mücadelesi vardır. Bunun çarpıcı örneği Prometheus’tur.
Prometheus güç ve kudreti temsil eden ateşi, Ateş Tanrısı Hephahistos’un ocağından çalarak insanlara armağan etmiş. Bunun üzerine Tanrı Zeus, Prometheus’u Kafkas Dağları’nda yalçın kayalıklarda zincire vurmuştur. Her sabah dev bir kartalın Prometheus’un karaciğerinden bir parça yemesi de cezanın bir parçası idi.
İslam’da ise Yaradan insana olağanüstü lütufkârdır; öyle ki Allah tüm varlıklardan farklı olarak sadece insana kendi ruhunda üflemiştir. (Kur’ân-ı Kerîm, Sad sûresi, âyet: 38/71-74; Hicr sûresi, âyet: 15/29; Secde sûresi, âyet: 32/9) İnsana düşen, ruhundaki Esma-i Hüsna’ya dair potansiyelleri aktif hâle getirmektir. Bu süreçte de Allah’ın rahmetinden ümit kesilmez. (Kur’ân-ı Kerîm, Zümer suresi, 39/53. ayet, ayrıca bkz., Yusuf Suresi, 12/87. ayeti)
Eski Yunan’da insanlar inandıkları yaratıcı kudretlerle savaşarak güç ve kudret sahibi oluyor. İslam’da ise insanlar Allah’ın lütfuyla güç ve kudret sahibi oluyor.
Aydınlanma felsefesi, mitolojiye karşı olsa da içinde Prometheusçu bir ruh taşımıştır. Aydınlanma’yla birlikte tanrıların yerini Doğa almış, Aydınlanma’nın tezahürü olan modernite Doğa’ya karşı savaşarak güç ve kudret sahibi olmaya çalışmıştır. Günümüzde yaşadığımız ekolojik kriz büyük ölçüde bu zihniyetin ürünüdür.