Anadolu insanı, demokratik kültürü içselleştirerek, geçmiş ile geleceği bugünde yaşamaya başlamıştır. Türkiye ithalatçı bir ekonomik yapıdan, ihracatcı bir ekonomik yapıya evrilerek, dönüştürülen bir ülke olmaktan çıktı, dönüştüren bir ülke konumu kazanmıştır. Seçmenlerin ağırlığını yitirdiği bürokratik devlet, seçmenlerin ağırlık kazandığı girogratik devlete dönüşmüştür. Bütün kesimleriyle Türk toplumu, Türkiye’yi dönüştürenlerin, üniforma giyenlerden daha çok forma giyenler olduğunu görmüştür.
Temel hak ve özgürlüklerin en büyük ve en önemli güvencesi demokratik mekanizma, yıldan yıla açıklık içinde yeniden yapılanarak, yeni boyutlar kazanmaktadır. En güçlü ve en etkili silahlarının oyları ve paraları olduğunun bilincine varan seçmenler, Türkiye’nin siyasal yapısıyla birlikte ekonomik yapısını da yenilediler. Hiçbir toplumun yerinde durması mümkün değildir, her toplum ya olumlu ya da olumsuz yönden dönüşür. Demokratik kültür, sağlıklı dönüşümün güvencesidir.
Doğu ve Batı değerlerine hayatın içinden bakan, aralarındaki iç içe geçişleri, iletişim ve etkileşimi yakından gözleyen, Nilüfer Göle’nin, Ayşe Çavdar ile yaptığı “Mahremin Göçü” isimli söyleşi kitabında, Türkiye’nin AB adaylığıyla, Avrupa ülkelerini nasıl dönüştürdüğünü, bir kuyumcu titizliğiyle, ayrıntılı olarak anlatıyor. Batılılar, Osmanlı sonrası İslam dünyasında, yalnızca sakal ve başörtüsünü gördüler, dayatmacı yönetimleri destekleyerek, yenilenmenin yolunu kestiler.
Yirminci yüzyılın başında Avrupalılar işgalci olarak İslam dünyasına gitmişlerdi, sonunda ise Müslüman ülkeler göçmen olarak Avrupa ülkelerine geldiler. Almanya’da bir Türkiye, Fransa’da bir Cezayir, ve İngiltere’de bir Pakistan vardır. Avrupalılar İslam dünyasından insanlar bekliyorlardı, ancak Müslümanların geldiklerini gördüler. Artık seküler kültür Avrupa ülkelerinde, Müslüman ülkelerde tartışıldığından daha çok tartışılıyor, daha çok sorgulanıyor.
Avrupa’yı dönüştürecek olanlar, Batılı entellektüellerden önce Doğulu entellektüeller olacaktır. Avrupa’daki Mısır, Lübnan ve Fas’ın, iki dünyanın nerede birbirlerinden ayrıldıklarını ve nasıl birbirleriyle birleştiklerini iyi bilen entellektüelleri, Müslüman ve Hristiyan dünyanın yeni mimarları olacaklardır. Yirmibirinci yüzyılda, Avrupa’da “Çin Seddi”ne kesinlikle yer yoktur. İçine kapanan Avrupa’yı, Çin ve Hint dünyalarının istilasından hiçbir duvar, hiçbir gümrük kurtaramaz.
İslam ve Hristiyan kültürlerinin ortak olan yanları, farklı olan yanlarından çok daha büyüktür. Oysa her iki kültürün Hint ve Çin kültürleriyle ortak yanları yok denecek kadar azdır. Müslümanları dışlayan Avrupalıların, Hintli ve Çinli kuşatmasına karşı nasıl bir tepki vereceklerini, bütün dünya merak etmektedir. Müslümanlarla ortak geçmişlerini inkar eden Avrupalıların, geleceklerinde Hintliler ve Çinlilerden başkasına yer kalmaz.
Temsili demokrasilerin katılımcı demokrasilere, serbest pazar ekonomilerinin etik pazar ekonomilerine evrildiği bir dünyada, İslamı kamusal alanın dışına atmak, Paris’in, Londra’nın, Köln’ün merkezindeki camileri bombalamaktır.
Tek başına tek bir Avrupa yoktur. Her Avrupa’nın güvencesi, zenginleştirilmiş katılımcı demokratik kültürdür.
Avrupa’nın özeti Eyfel Kulesi değil, Mostar Köprüsü’dür.
Avrupa “Osmanlı Millet Sistemi”ne dönecektir
Avrupa’yı Türkiye dönüştürecektir.