Bu dünya kişinin kendini tanıma yeridir. Hatalarını bilip yetersizliklerini ve pişmanlıklarını, zaaflarını, gafletlerini, eksikliklerini bulup ikrar etme yeridir. Acziliğine ve hiçliğine doğru her an kapıların açıldığı bir yerdir.
Birlik ilmi olan Tasavvuf Arapça’da dört sessiz harften oluşmaktadır. T,s,v,f. İlk harf t, tevbe ve pişmanlık demektir. İkinci harf s, safa anlamına gelir. Üçüncü harf v, velayeti temsil eder. Dördüncü harf f, fena demektir. İnsanın manevi gelişiminin ilk adımı tevbedir. Hepimiz beşeriz, aciziz, hatalıyız. Her dem tevbe kapısında O’nun kulluğunun talibiyiz. Tevbe, aşkın başladığı önemli bir noktadır. Hakiki bir pişmanlıkla yapılan tevbe de aşkın idraki gizlidir. Aşk tüm yanlışları yakar. Lakin aczliğini idrak edebilenedir bu ihsan… Her daim O’nun rahmetine ve merhametine muhtacıztır insan…
Gönülden yapılan samimiyetle ve acziyetle yapılan bir tevbe aşkla katmerlenir. Hakiki pişmanlık ve gözyaşı içinde affedilme niyazı yaratıcıya dönmektir. Tevbe, lanetlenmiş şeytandan, dünyanın cazibesinden, bedenin ağırlığından, nefsin isteklerinden Allah’a sığınmaktır. Hakiki tevbenin içinde sevgi vardır, muhabbet vardır, teslimiyet vardır. La ile kirlilikleri süpürüp Dost mürşidinin illa mührü ile kalbini O’na mühürlemek vardır. Tevbe de sadakat vardır… Sıddıkiyetle tuttuğun Dost eline sarılarak her ânda himmetlerinin yüceliğine şahit olup yeniden ve yeniden şükrün secdesi vardır.O yüce teveccühün ve koruyuculuğun merhamet dolu sıcacık kucağına kalben sarılmaktır tevbe.
Hz. Adem misali varlık çölünde kızgın kumlarda kalbinde aşk ve arayış ateşiyle, gözlerinden sel gibi akan yaşlar ile yalın ayak yürümektir. Sadece O’nun muhabbetini, rızasını ve mağrifetini aramaktır. Ayrılık acısı ile dolan kalp sadece tek bir şey ister: Af ve mağrifet… Bu noktada dünyalık hevası, hevesi, hırsı, arzusu her şey kaybolur. Tek şey görülür, o Güzel’in nazarı ve gülümseyişi… Sevgilinin o nazarına mazhar olabilme niyazı…
Şehli Tüsteri der ki; “Allah bir kimseyi severse kişiye günahlarını büyük gösterir ve ona tevbe kapısını açar. Bu kapı O’nun kurbiyet bahçelerine açılır. Allah bir kimseye kızarsa da günahlarını küçük gösterir ve onu çeşitli belalarla cezalandırır.” Allah’ın rahmet ve merhameti öyle kapsayıcıdır ki O’nun merhametini şu menkibe belki de bir nebze olsun anlatabilir niteliktedir:
‘Bir gün Hz. İbrahim yolda giderken birinin yaptığı bir yanlış işe karşı Allah seni kahretsin demiştir. O kişinin yaptığı yanlış Hz. İbrahim’e bir zarar oluşturmuyordur. Ve Allah Azimüşan, dostu Hz. İbrahim’e şöyle der: Ey İbrahim, bir gün sen yolda giderken bir adama yaptığı işten dolayı Allah seni kahretsin demiştin. O adamın yaptığı yanlış sana zarar vermiyordu hem de. Ve biz sana bunun ne demek olduğunu oğlunu kesme emrini vererek gösterdik. Allah’ın bir kulunu kahretmesi, babanın oğlunu diri diri kesmesinden çok daha kötüdür, demiştir.”
Bu menkibenin gerçekliği tartışma konusudur belki ama Allah’ın o yüce merhametini anlatabilmek açısından çok yerinde ve insanın kalbini cız ettiren bir menkıbedir. Allah’ın kullarına karşı böylesi yüce sevgisi ve merhameti karşısında ne kadar bükülsek, ne kadar gözyaşı döksek, ne kadar tevbe etsek ve ne kadar şükretsek azdır. :’’’ Hakiki pişmanlık kabiliyeti kazanmak içinse samimi gözyaşları elzemdir. Hakiki pişmanlık ise,
‘bil ki, düşüncenin mutlak saflığına erin..onun içinde barındırdığı bu mutlak saflık iyiliktir..düşüncenin kontrolü nefsinde mi..o vakit tevbe et ve kuvveti Rabbinden dile..şüphesiz Rabbin senin içini bilir..içindeki tevbe Hakk’tan olmadıkça pişman olmazsınız..HŞY’
Hz. Mevlana, ‘Allah, yardım etmek isterse bize yalvarmak ve münacaatta bulunmak meylini verir. Onun için ağlayan göz ne mübarektir. O’nun aşkıyla yanıp kavrulan yürek ne mukaddestir. Akarsu neredeyse orası yeşerir. Nerede gözyaşı dökülürse oraya rahmet nazil olur. Ağlamak istersen gözyaşı dökenlere acı…Merhamete nail olmak istersen zayıflara merhamet et!’ buyuruyor.
Kur’an’ı Kerim’de şöyle buyuruluyor, ‘Allah O’na tevbeyle sürekli dönenleri, arınmış ve temiz kalanları sever.’
Bakara 222.
Her daim istikrar, istikamet ve ihlas elzemdir. O’nun huzurunda her an olduğumuz bilinciyle, O’nun tekliğini, yüceliğini ve mükemmelliğini Dost varlığında müşahade etmek ve önünde yetersizliğimizi ve aczliğimizi her an hatmetmektir mühim olan. Gerçek aşıklar O’nu bir an bile unutsalar o bir anlık gafletten arınma ihtiyacı hissederler. Demek ki Allah’tan tevbe dilemek, sadece günah işlenince değil O’nu layıkıyla anamadığımız her ân için affına sığınabilmektir. Çünkü O her an kulluyladır. Gerçek aşıklar da her ân O’nunladır.
Âli seven gönül Hz. Ali Efendimizin, Peygamber Efendimiz tarafından neden çok sevildiği Peygamber Efendimize sorulduğunda kendileri şöyle söylemişlerdir:
“Size biri kötülük yapılırsa buna karşı ne yaparsınız? Ashabın hepsi affedeceğini söyler. Sonra Efendimiz aynı kişinin düşmanca tavırlarını devam ettirmesi halinde affeder misiniz, diye sorar. Bazıları evet, bazıları hayır der. Aynı soruyu Peygamber Efendimiz bir çok defa tekrarlar. En sonunda o kişiyi atfedecek tek bir kişi kalmaz. O sırada Hz. Ali Efendimiz içeri girer ve Peygamber Efendimiz aynı şekilde ona sorar. Hz. Ali Efendimiz defalarca sorulan soruya hep aynı cevabı verir ve affedeceğini söyler. Bunun üzerine ashab Peygamber Efendimizin neden Hz. Ali’yi çok sevdiğini anlamış olur.”
Bir gün Hz. İbrahim, eşi Hz. Hacer’i oğlu Hz. İsmail ile birlikte Mekke’de bırakmak zorunda kalır ve Allah’a şöyle dua eder: “Ya Rab, rahmetini ve rızkını orada sana inananların üzerinden eksik etme.” Ve bir nida gelir: ‘Ey İbrahim, Allah sadece ona inananlara değil, inanmayanların da rızkını verir.’ Böylesi yüce merhamet ve şevkat karşısında biz kimiz ve neyiz ki merhametimizi birbirimizden sakınalım.
Her şeyin ötesinde acz olan insan, nisyan içinde bu aleme nüzul ettiğinde her daim yönlendiriciye ve öğreticiye ihtiyacı vardır. Tevbenin nasıl edileceğini, hakiki pişmanlığı, sevgiyi, güveni, aşkı, muhabbeti nasıl edeceğini bire bir o öğretici de Dost’unda müşahade eder ve mürşidinin elinden birebir, canlı canlı süluk ile öğrenir. Bu bazen naz ile olur bazen de neşve ve neşeyle… Lakin her dem O’nun varlığının taşıyıcılarına şeksiz ve şüphesiz tabiyette, teslim olan bir niyaz haliyle yol alınabilir.
Aczlik ve hiçlik yine Onlardan hatmedilir. Onlardan akan aşkın hakiki gözyaşlarının yağmurlarında ıslanılır. Yüce zâtların kıymetli gözyaşları ile ıslanan kalp nemlenmeye başlar. Allah’ın aynaları tarafından bize yansıyan muhabbet ve sevgi ile nemlenen kalpler ancak o zaman incilere gark olur. Lakin her daim acziyetini ve hiçliğini, eksikliğini bilenedir bu ihsan… Her gelenin O’ndan geldiğini ve her daim onların himmetlerine muhtaç olduğunun şükründe ve minnetinde olabilenedir. Bir ağlayıp sonra susan da ne arasın aşk. O kuru çölde hiç yeşerebilir mi? Tevbe bilmeyen dil ve gönül hiç eğilebilir mi? Maddenin ve nefsin hevasına kapılıp yalancı sevdalara dalan da gerçek sevda tahakkuk edebilir mi?
Ne güzel telkin eder bize cihanın pınarı hakikati:
‘…sevgi çok hassastır..ona emek ver..onu bir hediye bilip korumasını bil..başkalarından koruyacağın gibi kendin de özen göster..bil ki, incitme..incinen kalbin kırılması çok ağırdır..sevginin değerini koru..onun önüne başka sevgileri koyma..hesabını veremeyeceğin sevdalara dalma..yitip gidip kör kuyulara kendini mahkum etme..bak şimdi seyret o mahzun kalbi..yarasından durmadan kanar..sevdiğini üzme..işaretleri göremeyecek kadar nefsin çukuruna düşme..incittiysen nasuhi bir tevbeye bürünmelisin ve tevbeden yeniden doğmalısın..yanlışını içinde erit..taşları ateşle yak..ve yanıp bitip kül ol..küllerini de havaya savur ki O’ndan başka bir şeyi görmeyesin..biliniz ki, O’ndan başkasını görmediğinde bil ki sen Sen’i bulmuşsundur…HŞY’
‘O bir kez yer bulduğu bir kalbi bırakmaz..HŞY’
Muhabbetle…