Hakikatte aşk sırdan ibarettir.
Sır ilmi mutlak hakikatin ifşasını içinde barındıran ve kişinin hâlleriyle özel kılınan bir olgudur.
Bilene bildiğinden haber vermeli insan, yaşamayan ne bilsin aşkın güzelliklerini…
Aşk’ın hâlleri dem-be-dem nüfuz ederken câna, halk içinden geri durmalı.
Bu geri duruş bir sarhoşun meyhaneden çıkıp evine giderken düştüğü maskaralıktan kurtuluşu için gerekli olan bir geri çekiliştir.
Sarhoşluk hâlini bilmeyen kişi, bir sarhoş gördüğü vakit onunla alay etmeye başlar.
Aşkın sarhoşluk hâli de böyledir.
Bir hâl geldiği vakit kişi an’da daim olur.
An’a kilitlenir ve kendinden bî-haber olur.
Çünkü onun yaşadığı an ile zahirî an birbirinden ayrılır.
O yüzdendir ki hâlin hikmeti ancak kıymet bilene aktarılır.
O kıymet bilen ise hiç şüphesiz bende olunan mürşid-i kâmildir.
Dünya bir deryâdır, seyrân etmesini bilene…
Yoksa bir hayaldir, madde içine düşene…
Bir gün dünyadan ayrıldığımız vakit sırtımızdaki yükler ve nefs hevasına düşmüş bedenlerimizin ahvali bizleri hayrete düşürecek…
Bir misal âlemi olan bu dünya deryasında yüzmeyi bilen bir Er’in eteğini tutmalı ve O’nunla birlikte mutlak gerçeğe doğru yol almalıyız.
Bal bal demekle ağız tatlanmayacağı gibi, söylenilen sözler gönülde mânâ ile vücut bulmadan hâle sirayet etmeyecektir.
Nitekim Kenan Rifai Hazretlerinin de buyurduğu gibi; eğer sözün bir etkisi olsa idi ateş deyince ağzımız yanar, diken deyince dilimize batardı.
O hâlde mühim olan kendi sıretimizi aynasından seyredebileceğimiz ve nefsin istekleri karşısında eline sımsıkı sarılacağımız bir yol göstericiye ihtiyacımız vardır.
O’nun rabıtası (cemâl muhabbeti) ile birlikte söylenilen lafızlar, dilden gönüle doğru yol alarak kişinin hâlinde vücut bulacaktır.
Nasıl ki paslanmış bir demir kendi rengini kaybederek pas rengine bürünüyorsa, telkin edici bir rehbere sahip olmayan insan da rengini (ayan-ı sabite) kaybetmeye veyahut sırlamaya mahkumdur.
AŞK SIRDAN İBARETTİR
Yorum Yazınız