Aşk, Aşaka kelamından yansıyan bir hâldir tasavvuf ehli için. Gönül yolcularının kutsalıdır, muhabbet gerektirir. Gündelik hayatta kullandığımız anlamıyla, yaratılmış şeylere karşı duyulan aşırı sevgidir; özellikle kadın-erkek aşkı. Beğendiğimiz, sevdiğimiz canlı varlıkların dışında artık, cansız varlıkları da kapsadığından, anlamından biraz uzaklaşmış gibidir.
Aşaka, bir tür sarmaşıktır. Çok ulu ağaçlardan, minicik bitkilere kadar her şeyi, sarılıp sarmalamayı çok sever. Allah C.C onun kaderini, yazgısını bu fıtrat üzere halk etmiş. Sarıldığı ağaçlarda bir zaman sonra görünen, yalnızca aşakadır. Onun köklerinden beslenir, sevdiğini yaban gözlerden gizler. Aşk denilen sevda ve hâl de böyledir. Sevilen görünmez, seven ortadadır; tıpkı Leyla ve Mecnun, kadın ve erkek, gülle bülbül, serviyle kumru gibi.
Gerçek Aşk, mecazdan, yaratılanlardan yola çıkıp Hâlik olan Allah C.C kavuşma yolculuğudur. Şems-i Tebrizî Hz. göre “Aşk bir seferdir.” Bu sefer için de Mevlâna Hz. “Âşık olacaksan bir güzel ara” der.
İnsanlar arasındaki aşk, nasibinde olanlar için Allah’ın Lâtif esmasının tecellisiyle, yaratılmıştan, Halk Eden Yüce Varlığa döner. Çünkü bütün güzellikleri var eden gerçek güzel, Allah (C.C.)’tır. Zuhurdaki her şey, aslında Hu sırlarının tecellisidir, ayna misali. Çiçekte, yıldızlarda, yerin yedi kat altında, bedende dolaşan kanımızda, sineğin kanadında, arının balında, ateş azığıyla beslenen semenderde… Sevdiğimiz ne varsa, içinde Hak makamı olduğundan, bilmeden de olsa, sevilen Allah’tır.
“Ete, kemiğe büründüm / Yunus diye, göründüm” sırrına eren, gerçek güzeli bulma seferine çıkan er meydanının erleri, kendilerini gizlerler. Aşk, onları sarıp sarmalar; seven, beşeri olarak ortadadır ama gerçek sevilen içte, kalbinin seyrindedir. Yaşamında ona yol kesicilik yapan putlarını bir bir kırmakta, et parçası olan kalbini, Kâbe hâline getirmeye çalışmaktadır. Kendi fethini, yapmak fetihlerin en zorudur. Düşman içte, nefsimizle aklımız savaşta. Ruh, tetikte. Mekke’den Medine’ye hicret şarttır, beden ülkesinde. Hepsi kendimizden, kendimize. Renklerin her birinin savaşından galip çıkmak, tek renge bürünmek ne azim iştir. Renksizlik makamının erleri, gönül sarayını mamur edip Sahibine teslim edenlerdir. “Sahib” sohbet ehli kimseler, sohbettedirler özlerindeki Dost ile Hubb olmuşlardır. Habbeleri, tohumları çatlamış, filizlenmişler, seferlerinde Aşk’a ulaştırılmışlardır.
Muhabbet bağına girip, Muhammedî gülleri derenlerin yolculuğudur Aşk. Celâl’den, Cemâl’e erişin hikâyesidir. Sarmaşık ayan-beyan, sevdiği Rabb’ini öylesine sarar ki, bir kendi kalır zuhurda. İçten içe ilim sütünü emer, kan, can olur. Âşık-Maşuk’u ile dembedem hemhâl, An içre An yaşanır. Sabırla, emekle, razılıkla, fedakârlıkla Aşk Noktasının nüktesini yaşayanlar, Nefes sırrına erdirilen âşıklardır. Hayy ve Hu arasındaki ömür. Cazibenin doruğundaki nefesle, kanın aşkla akması, zerrelerin can bulması, on sekiz bin âlemin yaşanması hep bu cezbeyle. Rahimlerdeki tohumun çatlayışı, alâk oluşu, kamerin dünyanın cazibesine kapılıp dönüşü, güneşin yangını, akıl nimetinin ruha boyun eğişi, hep bu Aşk’la değil mi?! Bu AŞK ki Kâl u Belâ’dan, Cemâl Aynasından Görünenden, Celâl’in Nimetinden.
Meyve şarapları rezil ederken, sofuların haram dediği Aşk şarabı, nice mânâ denizlerini ardından koşturur. Mansur olup dâra çekilir, yanıp kül olup göğe savrulur, Maşuk’u uğruna baş verir Şemsçesine, Sidret’ül Münteha’da “Yanarsam ben yanarım” cezbesiyle Miraç ettirilir Âlem içre Âlemlerde, Sultanlar Sultanı ve oraya Âşık ile Maşuk’tan başka kimse sığmaz. Hatta ikilik bile şirk olur. Lâ İlâhe İlla Allah lafzı cezbeyle ALLAH HUUU sırrında kalır; “Çık aradan kalsın Yaratan” tecelli eder.
AŞK, SEVENİN SEVDİĞİNDE YOK OLMASIDIR.
İlla Hûû Aşk imiş her ne varsa alemde gerisi bir kıl-u kal imiş ancak.
İLLA ALLAH İLLA AŞK HUUUUU……
Aşk seferinin daimi yolcuları olmak niyazı ile huu ❤️