1.
Yine nakledilmiştir: Dostların ulularından biri, kardeşlerin bağından, Mevlâna Hazretleri’ne incir getirmişlerdi. Mevlâna h.z. inciri eline aldı, “hayli güzel incir ama kemiği var” dedi, yere bıraktı. O derviş, “incirin nasıl olur da kemiği olur?” diye hayrette kaldı. Yavaşça incirleri sepete doldurdu ve gitti.
Bir süre sonra tekrar geldi. Bir sepet incir getirmişti yine. Mevlâna’nın önüne koydu incirleri. Hazret, incirlerden birini aldı ve yedi. “ Bu incirin hiç kemiği yoktur” dedi. Şeyh Muhammed Hadim’e, incirleri toplantıdaki herkese dağıtmasını söyledi. Herkes şaşırdı kaldı.
Derviş dışarı çıktığı sırada, orada bulunanların bazıları da ardından dışarı çıktı. İnciri nereden topladığını sordular. Derviş: “Vallahi bir dostum vardı, onun bahçesine gittim, bahçıvanı yoktu, kendini de bulamadım, izni olmaksızın bir sepet incir topladım, Mevlâna Hazretleri’ne getirdim. Fakat niyetim sahibini gördüğümde parasını vermekti.
Oysa Hazret daha eline aldığında incirlerin parasının ödenmediğini anlamıştı.Velilik nuru ona gerçeği göstermişti. Bu sebeple yiyememişti. İncirin kemiği buydu. Daha sonra hemen dostumun bağına gittim. Ondan iyi incirleri satın aldım, hepsinin parasını ödedim. Dostumla helalleştim. Tekrar Hazretin olduğu meclise geldim. Bu defa incirleri yedi.
Ruhu pak olan öyle yiyip öyle yaşar elbet.
Toprak yiyen alçak ise yılan olup gider elbet. (Senayî.)
2.
Sözün üç yerden çıktığı söylenir. Nefisten, akıldan, aşktan. Nefisten gelen söz, bulanık ve tatsızdır; bu sözden ne söyleyen zevk alır ne de dinleyene bir faydası olur. İkincisi aklın sözüdür; bu söz akıllılarca makbuldür ve birçok faydanın da kaynağıdır hem dinleyeni hem söyleyeni zevkle doldurur. Üçüncüsü aşkın sözüdür, bu da söyleyeni mest, dinleyeniyse sarhoş edip neşelendirir.
“Hayber kapısını beden ve gıda kuvvetiyle sökmedim; fakat melekuta ait bir güçle güçlendim ve güneş ışıklarının güneşten oldukları gibi, ben de Ahmed’denim.” Diye buyurdu H.z. Ali.
Kim kendini daha güçsüz ve değersiz bilir, kendini değerli ve güçlü bilmezse o, lâtiftir, âşıktır ve zevkle doludur. Âşığın değerinin olmaması bu yüzdendir. Kendine bir değer, vücuduna bir ağırlık veren ve bir şey olmaması için yollara dikkat eden herkes donuk, ölü ve ağır canlıdır. Tanrı daha iyi bilicidir. Gerçeklerin sütünü Tanrı erlerinin mâna memesinden doya doya emmek için bir arslan lazımdır. O şeyh, o sütü ölünün ağzına değil, gönlü diri olan müridin ağzına koyar.
Ey sâki, haydi aşk şarabını sun!
Sun da aklın lafı bir yana uçsun.”