Yahya Kemal’in “Ecdadımızın bütün hayat felsefesi şairlerimizin divanlarında yatmaktadır.” tesbitinden yola çıkarak işe başlayacak olursak geçmiş dönem zâtlarının bıraktıkları yazılı eserler, aslında bir nevi dönemin din algısını ve hayata bakış açısını bizlere yansıtmaktadırlar.
Buna bir başka deyişle bireyden toplum hayatına yansıma da diyebiliriz. Ve bununla birlikte söyleyebiliriz ki içlerinde kandil yanmış olan gönüller devirlerine misal olurlar ve örnek birer şahsiyet olarak karşımıza çıkarlar.
Biz de ömrünü aşka adamış ve Sen’in kıymetinde kendi gerçeğine uyanmış Alvarlı Efe Hazretlerini kuru kelimeler dizilişinden ziyade içten taşarak kaleme yol bulan ve kelimelerde kendine can veren bir aşka yakışır şekilde anlatmaya gayret edeceğiz inşallah…
Türk Tasavvuf Edebiyatı’nın 20. Yüzyılında Lutfî mahlasıyla eserler vermiş olan Alvarlı Efe Hazretleri Erzurum’da yetişmiş bir âlimdir. Tüm ömrünü İslâm’ın güzelliklerini anlatma ve hayatına yansıtmaya adamış örnek bir şahsiyet… Hulâsatü’l-hakâyık adlı eserininin her bir satırında hissedebilirsiniz bu her yönüyle muazzam hayat felsefesini ve yaşayış şeklini. An’ın muammasının ve hayy’atiyetinin ancak ve ancak ilm-i ledün ile bilinebileceğine vurgu yapan ve yine Kur’ân’ın sırrının da bu ilim ile idrak edilebileceğini bizlere anlatan dizelerle bezenmiş o güzel şiirler…
Tasavvufun temeliyle birlikte olan bu dizelerden dökülen her daim Sen’sin…
Bu dökülüş her şeye tek bir nazar ile bakmasını bilmeye kabiliyet kazanan âli gönüllerden yine Sen’in dile gelişinden başka bir şey değildir.
İçte sırlı olan kelimeler duyumsayış ve hissedişlerin bir neticesi olarak kavramlara bürünürler ve ses olarak karşımıza çıkarlar…
Ve onlar cân nazarıyla bakabilene gönülden etki etmektedirler…
Gönlün dizeleriyle ifa olan bu divanlar, bize bizden seslenir durmadan…
Amma velakin herkese kendi kabından…
Yazan başka yaşamıştır aşkı, okuyanlar bir başka…
Tarife gelmeyen aşk herkese kendinden konuşmakta…
Büyük zâtların hayatlarına baktığımızda görebildiğimiz tek şey büyük bir fedâkarlık ve durmaksızın devreden bir aşk…
Yangın yangın içlerinde büyüyen, acziyetin gözyaşlarıyla sulanan, gönüllere tohumlar saçan o daimi aşk…
Merhamet kılıcıyla kuşanmış, kadir-i mutlak olan Rabbimin himayesine teslim bir aşk…
Hizmet ile büyüyen kendini teslim edişin diyârında kemâle erişen ve vuslatın hasret sancısında muhabbete hayran bir aşk…
‘Ullah ile bütünleniş…
Aşk’tan aşk’ullaha bir yakarış…
Eğer menzil Sen isen kahrın da hoştur cânıma kelâmıyla o bütünlüğün içine sırlanış…
Kelimeler kifayetsiz kalır çoğu zaman Sen’in aşkının yangınını buram buram içinde yaşayan ve gül kokusuyla etrafına yayan zâtların hayatını anlatmaya…
Çünkü O’nların yaşamları hayy’atiyet ile canlıdır.
‘Ullah ile bereketli ömürleri muhabbet ile dolu…
Öyle bir ömür ki tarifi yok…
Adanmışlıkla geçen,
Teslimiyete kurb’an,
Ân deminde hiç durmaksızın şadân…
İşte böylesi zâtlar hayy’attır ân demine…
Gönüllere ektikleri tohumlarla ışıktır geleceğe…