Bir nimet ki sunulmuş yaşamak için, insan lime lime etmiş o nimeti dünya için halbuki dünya vesile imiş aslolan İnsan, kendinden kendine seyirde hakikattir o Şah-ı Merdan…
O Allah ki her kuluna kendinde bir nişân, bakmak dahi anlamak isteyene âlem ile salınır her ân…
Bir de derler ki Allah kalpleri mühürler, gözleri âmâ eder. Amma bilmezler ki âlemde her şey zıddıyla kaim, ne yöne gideceğin iradende daim… Sen ki sağını solunu bilmez hep soluna meyledersin de gün gelip ölüm kapıyı çalınca “Rabbim beni affet” dersin. O halde Allah nasıl senin kalbini mühürledi de ölüm vakti gelince Rabbinden af dilersin?
O Allah ki kalpleri mühürler mi mühürler. Lâkin evvela bir nimet sunar. Adına yaşam denilen bu nimet kalbini feraha erdirmen ve sana sunulan hayy’at şerbetini içebilmen için bir fırsattır. Bu fırsatı nasıl değerlendireceğin sadece ve sadece senin elindedir.
Farkında olmasan da gözlerini kör eden de sensin kalbine mührü vuran da sensin…. Sen ki Sen’i bilmezsen, O’nunla olan daimi vârlığını idrak edemezsen bir boşluğun içinde sürüklenir durursun. Bu sürükleniş seni her ân biraz daha aslından ayrı düşürür, her ân biraz daha seni Sen olan o hakiki vârlığından uzaklaştırır…
Sen ki hatırlamayınca dünyada bir ân dahi sana nimeti sunan Rabbini, vurur mührü kalbine olunca emr-i Hak vaki… O vakit ân biter, zaman biter, yaşam biter, hayy’at biter… Vurulan mühür ile cân ki cânından bî-haber düşer…
Şimdi kimdir vuran mührü o kalbe? Sana ebedî bir hayy’atı bahşeden kudretiyle yüce olan Allah mı? O ebedi hayy’at için bir basamak olan dünya içinde zahir ile karılıp da hakikati unutan insan mı?