İnsan baş gözünü açtığı dünya âleminde gördüğü her şeyle az ya da çok sığ ya da derin bir irtibat kurar. Allah kâinatı yaratıp zâtını baş gözle görünmez eylemekle insanla olan irtibatı kopmuş değildir. Hadid Sûresi 4. ayette “Nerede olursanız olun O sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görmektedir.” buyurulmaktadır. Ayrıca Kaf Sûresi 16. ayette de “Biz ona şah damarından daha yakınız.” Diyerek bu irtibatın yakınlık derecesine işaret eder.
Mâide Sûresi 51. ayette geçen “Hıristiyanları ve Yahudileri dost edinmeyin, onları severseniz onlardan olursunuz. “ hitabı, hadis külliyâtında “Kişi sevdiği ile beraberdir. “ olarak karşılığını bulmuştur.
İnsan düşüncelerini sürekli olarak bir şeylere bağlar. Düşünceler neye odaklıysa kişi giderek o huyları edinmeye başlar. Bir müddet sonra da bu düşünceler onun karakteri haline gelir. Düşünceler iyi ve güzelse huylar da, akabinde karakter de güzelleşir. Zaten de maksat güzelleşmek değil midir? Güzel olan Allah (cc)’ın ahlakı ile ahlaklanmak değil midir? İnsan işte tüm bu sebeplerle Allah (cc)’ a Dost olmuş kişilerle birlikte olmalıdır ki o Dost’ lar Allah’ı tanıyıp bilmiş ve etrafındakilere tanıtıp bildirebilecek, sevdirebilecek olanlardır. Bu zâtlar mürşid-i kâmillerdir.
Mürşid-i kâmil insanı Allah’a, Peygamber Efendimiz (sav)’ in gönlündeki Allah’a, o da kişinin kendindeki rabbidir, yönlendirir. (Hucurat Sûresi 49/ 7) Yoksa insanın etrafında yoldan alıkoyacak pek çok etken peydâ olur ki bunların ilâha dönüşmesi işten değildir.
Dünyaya gelişten maksat Allah’ı bilmek tanımak ve idrâk etmektir. Allah (cc)’ın “Rûhumdan üfledim.” (Hicr Sûresi 15/29) diye işaret ettiği ve yeryüzünde halifesi olmak üzere dünyaya gelen insanın bu büyük sorumluluğu idrak etmesi şarttır. O halde bu dünyada boşa vakit geçirecek vakti yoktur.
Allah’ın isimlerini taşımanın sorumluluğu, Allah olmadığının şuuru, acziyetinin idraki birlikte olmalıdır. O zaman kişinin dünyadaki yaşamı bu idrak ile şekillenir, dünya yaşamı bu sorumluluk ve acziyet dengesi üzerine kurulur. Böyle olursa kişi hem kendisine hem de insanlık ailesine faydası dokunur. Ama kişiye tüm bu beceriye kazandıracak olanlar da birlikte olduğu Allah Dost’ larıdır, mürşid-i kâmillerdir.
Müridin Allah Dost’ u ile olan kuvvetli bağı kendisini şuurlu bir insan haline dönüştürecektir. Mürit kendisini Allah’a yaklaştıran zâtı, mürşidini elbette çok sevecektir ve bağlanacaktır. Bu bağ zora ya da cezaya dayanmaz, sevgi ve aşk zeminini oturur. Leylâ ile Mecnun’un, Romeo ile Juliet’ in birbirlerine olan aşkları kabul görür de Allah aşkına yapılan yönlendirme kabul görmez nedendir?
Tasavvuf propaganda aracı olarak kullanılıp çok insan toplamak üzere oluşturulan bir alan değil, özel bir alandır. Bir Mürşide bağlanmayı onu rehber edinmeyi öngörür. Bu bağ hem çok ciddi hem de çok özeldir. Çünkü her insan kendine özeldir, Allah (cc) her insanı özel yaratmıştır. Bu özel alanda yaşanan haller de özeldir. Yaşanan hallerin uluorta konuşulması doğru değildir. Çünkü herkes o hali anlayamayabilir, anlayamayandan gizli kalması gereken noktalar vardır.
Yaratılmış olan her şey Allah (cc)’ın kendisine yüklediği vazifeyi yerine getirmektedir. İnsan Allah (cc)’ı müşahede ederek bir yandan da şahit olmaktadır. Bir insanın tarikatta tarik anlayışı ile diğer bir insanın tarik anlayışı farklıdır. Bir şahıs bir yöntemle irşad olur, başka bir şahıs başka bir yöntemle. Mürşit müritleriyle ilgili tüm bu ayrıntılara en ince noktasına kadar vâkıftır. İşte tasavvufun özel oluşunun, mürit mürşit ilişkisinin özel oluşunun temelinde yatan neden budur. Burada dikkat edilmesi gereken hiç kimsenin birbirini eleştirmemesidir.
Gerçek Allah Dost’ larının yanında olmak, dizinin dibinde zaman geçirmek elbette eşi bulunmaz bir nimettir ân’ı bilen ve değerlendirebilen için. Allah dostlarının Kevser misâli enerjisinin insanı nasıl yıkayıp pîrüpak eylediği nasıl anlatılabilir ki bu hissiyâtı hiç yaşamamış olana?