Âdem olarak doğar her bir insan, fani dünyaya çırılçıplak gelir, uryân.
O’nun gayb (uryân) hâlini kimseler bilmez.
O, İ’nsan’ı bir alâk hâlinde Kendinden hâlk etti (maddeden önceki gözle görülmeyen) o alâk bile bir İ’nsan’da yenilenir, gelişir her an demi.
Alak ve alâk sözcüğünü bir sanırız. Halbuki Arapça’da bir nokta bile anlamı değiştirir, doğru olanı bilmek İ’nsan’ın sadece içindeki o SEN’e rücû etmesiyle anlaşılabilir.
Arapça’da alâka sözcüğü, “ilişik-rabıta-gönül bağlama ve sevgi” gibi birçok mânâlara çevrilir.
Bu bakımdan alâk, alâkâ kökünden mânâsını alır.
Tıpkı İ’nsan gibi kökleri mânâya bağlıdır.
İ’nsan, daha görünmeyen alâk halinde iken, O’nun rabıtası, sevgisi ve gönül bağı oluşmuştur, doğan her âdem Kemâlat vasfına bürülüdür.
Bu sebeple nerede doğduğun, ailenin kimlerden olduğu mühim değildir.
O sır ki, istisnasız her gönülde bâkidir.
Alâk bir Aşk yolculuğu üzere menzil belirler, “bir’den bir’e” nüfuz eden bu yol merkeze ulaştığında can bulur.
Bir’lerin birleşmesi ile Var’lığın maddeye dönüşmesi, bir şekil ve bir nizam oluşmadan vuku’ bulmaz.
Var’lık alanına doğuş acıdır ki, ağlayarak geliriz bu zorlu âleme, sanki her şeyi biliyormuş gibisince, doğarken ki ağlamak her şeyi unuttuğumuz o an’dır belkide.
O’nun için ciğerimiz yanarcasına ağlıyoruz kendimize.
O’nun Dost var’lığının iz’ini takip etmek de böyledir. Dünyayı üstünden soymadan Dost var’lığı etki etmez.
Gönülden safiyetli gözyaşı dökmeden AŞK yoluna rücû edilmez.
Fani dünyaya doğarkenki halimiz gibi, kendiliksiz içten samimi gözyaşları ister.
Dost Var’lığı daim kulun içindedir,
Kul neyin içindedir tarik bunu belirler.
İnce hesaplar yapılır O’nun katından, bir düzen ve nizam oluşturulur.
Kainatı yaratan Allah, tüm bu ince hesapları bir an’da varetmiştir, İ’nsan’da…
Zaman içinde yaşayan İ’nsan’ın, an’daki bu varoluşa şahitlik etmesi, gönülden gönüle akması ile sabitlenir Dost Var’lığında…
Aslında gerçek yaşamda da manevi hak’ikat’te de ikilik yoktur, her şey Bir’leşmeden doğar.
İki uç nokta birleşir var’lık alanı oluşur.
İki gönül Bir’leşir yok’luktaki Var’lığın bilinir.
İ’nsan olmaklığın esas görevi an’da kendini yaratan Kendini bilip, zaman içinde O an’ı bulmaktır. Her şey O an’da sırlıdır ki bu sırra erecek olan İ’nsan’dır.
Gaybı Allah bilir diyoruz, Allah’ı nereden biliyoruz? Yaratılanlardan, o vakit O’nun sırrı da Yaratılan İ’nsan da gizlidir.
O Tek başına bilinse idi gayb bilinemezdi, gaybı bilmek Kendin bilmek demekti.
Gönülden bakar isek yaşama, Kur’an’da geçen her âyetin ol’makta olduğunu aklederiz.
Her şeyin başlangıcı gibi gözüken, cennetten O’nun var’lığından iniş sondur aslında, asıl olana dönmek rücu eylemek için İ’nsan gelir dünyaya.
Gelip geçmiş bir silsile misali olaylar gibi değil de o silsilenin içinde merkezinde olduğumuzu idrak edelim.
Ân bitmez, insan ân’ların bir’leşimi, ân’ların bir uzantısıdır.
Her ân’da ân’dan içeri bir yaratılış vardır.
Kainat ân’da yine yeniden yaratılır.
Bu öyle hızlı bir dönüş ile meydana gelir ki, var’lık sürekli görünür hâlde kalır.
O’nun evveli başında ahiri sonunda gizlidir, döndükçe Hakk’a Aşk ile, O’nun tasarrufudur ki, bildirir gayb bildiğini içindeki SEN ile…
Yaşam dediğimiz sondan başa rücû eylemektir.
“Hiç’lik var idi evvelin evvelinde, yok’luğu yarattı evvelde, var’lık âlemi dediğimiz bu âlem sunar Hakk’ikat’i bizlere”.
Dolayısıyla bizler son basamak yani alt basamaktan başlıyoruz yaşama.
Var’lıktan yok’luğa yok’luktan hiç’liğe uzanan ân’larda…
Düşüş bir son’dur yani ölümdür.
Ölüden diri çıkartan O Allah ki, Hû nefesi ile bedenleri gönül içinde Hayy eyleyendir.
Peygamber Efendimizin var’lığı ilk yaratılandı, kainat O’nun var’lığı için yaratıldı. Lâkin son peygamber olarak dünyaya indi.
Son’dan başlayan yolculuğun en iyi tanımı sanırım bu olabilirdi.
Eyle mürid’liği safiyetle, hak’ikat’ten erişesin mümin’liğe…HŞY