Hayat, ulvî âlemden ayrılık hikayesi… Asla rücu etmenin tek şartı ise aşk-ı İlâhî…
Gam ve keder sonuç değil, Hakk’a yakınlaşmanın vesilesi…
Sevgi, her daim belayı celbeder.
Sıkıntıları gidermeye muktedir olmayan âşık, feveran etmek yerine şikâyeti terk eder.
Nefsinin dert yükünden nasibini alacağını bilir.
Zira muvaffakiyetler Hakk’ın fadlı olduğu kadar, musibetler de levhu mahfuzda yazılmış taktiridir.
Çıkış kapılarının kapandığı bir anda kurtuluş ışıkları belirir.
O’nun inayetini dileyen takvanın delili, imanın mahfazası sabrı giyinir.
Şanı Kerem olan Rabbim mihneti kendisine zevk edinene marifetini ve ilmini verir.
يُوَفَّى الصَّابِرُونَ أَجْرَهُم بِغَيْرِ حِسَابٍ
Sabredenlere ecirleri hesapsız ödenecektir. (39/Zümer: 10)
Her defasında yine, yeniden şehevî ve nefsanî duygular çarpışır.
Geçici dünya acıları tesirsiz kılınır. Gönüllerin ızdırabı sükûn bulur, yatışır.
Nefse ağır gelen taatlerin meşakkatlerine katlanılır.
“Allah” deyince bütün hissiyat korku, keder son merciine dayanır.
وما أعطى أحد عطاء خيرا وأوسع من الصبر
Hiçbir kimseye, sabırdan daha hayırlı ve büyük bir lütufta bulunulmamıştır. (Buhari, Rikak 20, Zekât 50)
Bütün sebepleri Hakk’a istinad et… Felaketler içerisindeyken edebe riayet et…
Dışın sahra-yı kesrette, için umman-ı vahdette olsun, daim şükret…
Savaş meydanında taarruzlar karşısında bükülme, sarsılma…
Mecalini yitirdiğini düşündüğünde yalnızca
وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ وَتَبَتَّلْ إِلَيْهِ تَبْتِيلًا
Rabbinin adını an ve gönlünü O’na tam bağla…