Öyle bir aşk ki menşei muhabbet mebdei Muhammed…
Ve öyle bir sevmiş ki Rabbim yaratırken…
Sevgisinden taşmış, taşmış, taşmış…
Öyle bir muhabbet eylemiş ki sevgisinden âlemleri yaratmış…
Peki ya bu sevgiden ola gelen insanoğlu, uğruna âlemlerin yaratıldığı o en güzel İ’nsan’ı ne denli anlayabilmiş?
Anlamak bir yana dursun O’nu ne denli tanıyabilmiş?
Oysa Mevlam Habibi üzerinden nasıl da coşmuş…
Âlemler bile cuşa gelmiş…
Heyecan sarmış dört bir yanı…
Çünkü O’nun Habibi yürümüş bir vakit bu gökkubbenin altından…
Nefes hayy’at bulmuş, yeryüzü bereket dolmuş, gökkubbe hayranlığından mestâne erişmiş…
Rabbimse sadece bilinmeyi dilemiş ve kendine ayna eylediği o Güzel Muhammed’in cemâlinde kendini seyreylemiş…
Muhammmed ise düşünce semâlarından yol almış menzile ve o pâk gönlüne sarmış Rabbini…
Sıkı sıkıya rabt olmuş gösterdiği doğru yola, abdlığında bulmuş içindeki sırlı cevheri ve kul olmuş Mustafa…
O en Güzel ve her hâliyle misal olan Muhammed’i, sevgili peygamberimizi tanımak bir nebze olsun anlayabilmek için biz neler yapmışız peki?
Sandukalar içine sırlamış, öyle kendince bırakmışız o Güzeller Güzeli İ’nsanı…
Ya Habibi’yle insanlığa bildirdiği O’nun yön veren hakikat yüklü kitabı…
Kur’ân…
O’nun akıbeti ne olmuş?
O da sırlanmış sandıklara, duvarlara…
Hiç inmemiş duvarlardan veyahut hiç çıkmamış o süslü püslü sandıklardan.
Sanki bir bez parçasının içerisinde saklansın diye kelâm ile indirmiş hakikatini Mevlam.
Ne zaman uyanacağız?
Kur’ân’ın hakikatine, günümüz ledün ilminin muhabbetine ne vakit ola gözlerimizi açacağız?
Vakit ân’da tamam…
Ya geç kalacağız ya da ân’a uyanacağız…
Tercih bizim…
Ya ruhumuzun özgürlüğünde bir kuş misali O’nun hakikatiyle hayy’at bulacağız ya da nefsimizin kölesi olup toprak altında kaybolacağız…
Ağğ ki doğmuşuz Yüce İslâm dininin tam da içine hem de bir yol üzere…
Ki bütünleştirip şeriat tarikat marifetten hakikat devşirelim diye…
Mevlam böyle merhamet eylemiş işte her bir katreye…
Kıymet bilse de, bilmese de…
Af kapısını hep açık eylemiş ola ki giren olur diye…
Gülü gül ile sarmış koklatmış her bir zerreye…
O Muhammedî kokuyu hep duyumsayalım diye…
Gün ola O’na giden bir yol buluruz diye muhabbetini ve kıymetini diri tutmuş her devirde…
Sarmış sarmalamış O’nu sevenleri gülden nakışlar içine…
Saklamış, almış hep rahmetine…
Ve daima açık bırakmış kapısını yol alan olur belki merhametine…
GÜLÜ GÜL İLE TARTARLAR
Yorum Yazınız