Asıl muhakazakar olma Hakikat-i Muhammediye ekseninde mi olmalı yoksa selefi anlayışının günümüzde topraklarımıza aksettiği taassup ölçüsünde mi?
Hakikati Muhammediye’nin muhafakazarlığı ahlak ve erdem nispetindedir. Ahlak ve edep ölçüsünü tüm hayatımıza yansıtıp Muhammedi bir erdemle kuşanarak İnsan olmaktır.
Günümüzdeki gibi tutuculuk ve dini darlaştırmak değildir. Şekli kaideleri esasa bir vesile yerine esas kılmak değildir.
Esas olan O’nun varlığıyla bütünleşmiş ve Peygamber Efendimizin ahlakı ve erdemleri ile kuşanarak dirilen ve Kur’an’ı içinde hatmederek ânda canlanabilen bir İnsan olabilmektir.
Türk-İslam toplumlarının bu zamana kadar yaptıkları hep böyle olmuştur. Türkler arap geleneği ile İslam’ı bağdaştırmamıştır. Bilakis Türk yapısını İslam ile bütünleştirerek yol katetmiştir.
Araştırmalarda görülmektedir ki Türk devletlerini mayalayanlar Hakikat Erleri olmuştur. Ariflerin ve evliyaların ilmi anlayışı ile kuşanan devletler batın ve zahiri bütünleştirerek sürekli ilmi ve bilim alanında gelişmeler göstermiş güçlenerek cihanşumul bir devlet olmuşlardır.
Hiçbir zaman dini darlaştırmamışlardır. Bilakis genişleterek yaymışlar yayarken de bütünleşmişlerdir.
Hiçbir ayrımcılığa girmemişlerdir. Bugünkü selefi anlayışla dine yaklaşmayarak ırk, cinsiyet ayrımı zerre gözetmemişlerdir.
Anadolu sufizmine baktığımızda bize öyle güzel örnekler sunar ki!
Kadınlara yönelik tavırlar ve yaklaşımlar her zaman bir ölçü ve edep içinde olurken değer ve yüceltme kapsamında aksetmiştir. Kadın ikinci plana atılmayarak Türklüğün ve Peygamber Efendimizin çizdiği yolda sürekli yürünmüştür.
Kadın daima devletine hizmet eden, ailesini toparlayan ve özveriyle kendini feda eden kutsal bir varlık olmuş ve bu ölçüde toplumda değer görmüştür.
Ancak Osmanlı’nın son dönemlerinde Birgivı ve Kadızadelilerin tutucu yaklaşımı devletin ileri görüşlülüğünü sınırlandırmış ve ayrıştırmalara, İslam’ı katı bir dinmiş gibi lanse edilmesine sebep olmuştur.
Bu anlayışı Selefi-Vehhabi anlayışında da görmekteyiz. Bu anlayış sürekli kabuğa ve dışa takılarak katılaşırken içsel yolculukla hakikate ulaşmayı hedefleyen ve yumuşak, birleştirici ve kucaklayıcı hakikat yolcularına savaş açmışlardır. Çünkü bu yolcular o katılaşmayı kırarak gerçekleri Hakk ekseninde toplumlara yaymışlardır.
Kadızadeliler ve Selefiler bu anlayışa karşı savaşırken diğer bir modernleşme ve batılılaşmayı motomot alanlarda bu yaklaşımlara her ne kadar karşı gibi gözükselerde bir arada yer alarak hakikati sırlamak istemişlerdir.
Kıymetin bilinmediği yerde iç alemlerine çekilen bu Hakikat yolcularının bıraktığı boşluk bugünde ayyuka çıkmış ve din gibi lanse edilen aslında Kur’an’da bile yer almayan anlayışa bürünerek topluluğu alaşağı etmiştir.
Bu anlayış kadını ikinci plana atmış, şekle takılarak ibadetin içini boşaltmış, İslam’ı katı kaidelerle öğreterek İnsanları dininden soğutmuş, diğer taraftan İslam’ı içselleştiremediği için yaptıkları her yanlış tavır İslam olarak görülerek dini algılayış tamamen değişmiştir.
Cenab-ı Hakk’ın insanı yaradılış şekline bile karışacak kadar ileri giden bu aşırı taasup anlayışı bugün ön plana çıkarak dinin temsilcileri olarak lanse edilmektedir.
Halbuki geçmişe baktığımızda Özal ve Türkeş’in yeniden hatırlatmak ve oluşturmak istediği kapsayıcı, bütünleştirici, kucaklayıcı tasavvufi İslam aslında İslam’ın Peygamber Efendimizin tebliğ ettiği şekliyle yaşayıp hâle dökerek İnsanlığı yakalayabilme eşref olma anlayışı vardır.
Gençliğe yönelik hep bu perspektifte yaklaşarak onları ilmi ve bilim yönünden geliştirme hedeflenmiş ve çocuk değil bir gelecek yani İnsan yetiştirildiğinin bilinci aşılanmaya çalışılmıştır. Lakin Özal öldürüldü, Türkeş’de ani bir kalp kriziyle bu hedefini gerçekleştiremeden vefat etti.
Bizim bugün bu anlayışla yetişen nesillere ihtiyacımız vardır. Dini ile bütünleşmiş araştırmayı ve okumayı Hakikat ekseninde merkezine alan, ahlak ve erdem ile kuşanmış ilmi bilim ile bütünleştirerek çağ açan insanlığını idrak etmiş İnsan topluluklarına ihtiyacımız vardır.
Ne yazık ki bugün eğitim sistemi ve egemen anlayış bunu hedeflemekten çok uzak bir hal içindedir.
Eğitim sistemi pür tembelliğe ve ezbere dayanarak nesilleri pasifleştirici bir rol oynarken egemen anlayış ise dini aşırı taassup ölçüsünde ele alarak şekli ve katı kurallar nispetinde yansıtan bir program yürütmektedir.
Kur’an’ı hakikatiyle öğretmekten evvel güzel okunmasına, sesleri güzel ve doğru çıkarılmasına, ezberlenmesine takılarak Kur’an üzerinden tefekkürden uzaklaşan ve anlamayan nesilleri makbul gören bir anlayış hakim bugün!
Küçücük çocuğun giyim şekline dahi karışan ama o çocuğun yetişmesini, eğitim görmesini, İnsanî olarak yetişmesini önemsemeyerek sevgiden mahrum yetişen Allah’ı sadece cezalandırıcı olarak anlatan bir zihniyet var bugün!
Halbuki Peygamber Efendimiz kızı Fatıma’ya öyle mi davranmıştır. Fatıma dünyaya gelir gelmez “çiçeğim” geldi diye sevinen ve latif bir çiçek gibi kızına sevgi ve muhabbetle yaklaşan Hakk ekseninde onu yetiştiren Efendimiz bir günden bir güne kızına kızmış mıdır, kısıtlamış mıdır acaba!
Ama biz İslam’ı ilmihallerden öğrenmeye kalkınca sadece fıkıh ve tefsire takılınca bunlardan bihaber kendi nefsi yaklaşımlarımızı “Allah böyle istiyor” diye Allahlık yapar hale gelmiş vaziyetteyiz.
İçi boşaltılarak sadece şekle indirgenen bir İslam değildir Peygamber Efendimizin tebliğ ettiği!
İnsan olmayı emretmiştir İnsan! Hayatımızın her alanında eşrefliğimizi yakayabilen bir İnsan olma!
Bu İnsanlığımızı kendi öz genetiklerimizdeki yapımızla yakalabilmemiz mümkündür. Bunu Arap, Hıristıyan, Yahudi karışımlı köhne geleneklerin harmanlanarak bize İslam diye lanse edildiği Türk-İslam sentezinden çok uzak bir yaşayış şekli ile yapamayız. Kimse kusura bakmasın bugün kadına olan yaklaşımdan tutun da her şeye kadar bu harmanlamanın içindeyiz ama farkında bile değiliz çünkü uyuyoruz!
Çünkü Türk-İslam anlayışında çok uzaklara düştük!
Dolayısıyla bünye kabul etmiyor! Allah’ın bir kulunu aşırı derecede dövecek kadar alçaklığı din olarak yansıtan psikolojisi bozuk bir İnsan topluluğu varsa bugün demek ki bize yansıtılan bu anlayış bizim özümüzle bağdaşmayarak yan etkilerde bulunuyor demektir.
İşte bu yüzden bir an önce özümüzü hatırlama ve bütünleşme zamanımız çoktan gelmiştir!
Çoktan dejenere olarak Türk-İslami yapımızdan uzaklaşmaya başladık bile!
Bizi yüceltecek olan ise unuttuklarımızdır!
Unutmayalım ki “unutanlar uyuyanlardır, uyananlar ise hatırlayanlardır.HŞY”
Uyanma ve dirilme vaktidir vesselam…