Kâinata yeni bir yaşama nizamı getiren Kur’ân-ı Kerîm ve varlığın hakikatini idrak eden akıl… Kur’ân’a göre; insanı insan yapan, onun her türlü aksiyonlarına anlam kazandıran ve ilâhî emirler karşısında insanın yükümlülük ve sorumluluk altına girmesini sağlayan akıldır.
Benliğini hayat muammasının sırlarını çözmeye adayan Hz. Muhammed, vahiy gelene kadar sağduyusu ve aklı selimine göre hareket etmiştir. Kendisine gelen vahiy, aklıselim bilgisinin dışında yeni bir bilgi kaynağı getirmiş ve aklıselim yanını da desteklemeyi amaçlamıştır.
Hz. Muhammed’e vahiy gelmeye başladıktan sonrada akıl işlevini yitirmemiş, daha hür ve baskısız bir alanda eylemde bulunmaya başlamıştır. Çünkü vahiy, aklın önüne konan engelleri aşmasında ona yol ve yöntem göstermeye gelmiştir; yoksa onu insana yol göstermekten alı koymamıştır. Vahiy gelince akıl iki işi yüklenmiştir: Biri vahyi anlamak ve diğeri de vahyin dışında kalan hususlarda yol bulmaya devam etmektir. Akıl nasıl ki beş duyuyla elde ettiği bilgilerden ve deneylerden istifade etmiş ise vahiyden de üç şey kazanmıştır; bilgi kaynağı olarak yeni bir bilgi, yöntem ve amaç. Kur’ân, bilgi verirken onun amacını ve kullanım tarzını, yolunu da göstermektedir.
Kur’ân-ı Kerîm ve Hadis-i Şerîflerin dışında kalan meselelerin hükmünü öğrenmek için kaynak sadece akıldır. Akıl bu hususta serbest ve müstakil kalmaktadır. İslâm akla bu salahiyeti ve hakkı vermiştir. Putperest ve ehl-i kitaplarla bütün mücadelesini hep aklî esaslara dayandırmıştır. Kur’ân, akla doğrudan hitap ettiği için bizzat aklî bir mucizedir.
Hristiyanlarda olduğu gibi “inan, kurtulursun!” düşüncesi yerine vahiyle birlikte “bak-düşün, araştır, sonunda inanırsın!” şeklinde müsbet bir yaklaşım tarzı hayatımıza girer. Akıl kullanmadan körü körüne bağlılık ve teslimiyet Hz. Muhammed’e gelen peygamberlikle beraber yıkılır.
Batı medeniyetlerinin aksine Kur’ân’dan ilham alarak ilme dört elle sarılan, ilme âşık insanlar yetişir. Yasin Suresi’nin 62. ayetinde ve diğer birçok ayette geçen “akletmez misiniz?” şeklinde yapılan uyarıları bile görmezden gelip, “NEDEN” vahyin aklı ötelediğini düşünür ve onlara iki ayrı uçmuş gibi muamele yaparız?