Hakk’ı arıyordu gönül…
Peki Hakk aranır mıydı?
Ya bulanlar?
Onlar hiç aramamış mıydı?
Her şey tamamdı belki ama bulanlar neyi bulmuştu?
O Hakk ki görünür müydü?
Cemâl neydi ve gönül niçin bu kadar önemliydi?
Tek`liğin izharına hayran olmanın sebebi neydi?
Ya içte yarattığı o coşku nasıl meydana geliyordu?
İnsanın yüreği durmaksızın O’nun bir sözüyle pır pır atar mıydı?
Ya aşk?
Sadece beşerde mi canlıydı?
İlahi bir kudrete duyulan aşkın tezahürleri ve hayy oluşu kişide kendini ne derece hissettirirdi?
Ve,
En önemlisi HİS neydi?
ÖZ kimdi?
Sorular, sorular, sorular…
İnsan aradığı şeye göre değer biçilirdi. Aradığını bulanlarsa gönül evini temizleyecek cemâli bulmuşlardı. Hakk görünmezdi belki ama; nurunu nakş ettiği cemâller her daim aramızdaydılar…
Allah Azimüşşan, zatıyla bilinemiyordu ve zatıyla tecellisine dayanmak ne mümkündü… Ama O saf nûr olan zâtıyla her zerredeydi.. En önemlisi ise ari bir düşünceyle temizlenmiş pür ü pâk gönüllerdeydi; peki ben nasıl bulacaktım onu? Tek başıma nasıl olurdu, hem böylesine ikili düşüncelerle harab olmuş bir gönülde Hakk’ın işi neydi ki? Durmadan boğuşuyordum sorularla. Boğuşmak bir yana muazzam bir tefekkür deryası… Dal dalabildiğince… Ama bir başıma ne kadar düşünsem de çıkamıyordum işin içinden. Ve yine o aynı ses, Er sesi… Yakıp kavuruyordu içimi… Derinlerden dokunuyordu gönlüme ve bir yol, bir kapı aralıyordu beşer vücuttaki her bir zerreye…
Bilmezlik edip inkâr çukuruna dalma
Sevgi sırları sende erlik, yiğitlik sende
Kâbe birdir gönül bir kendini ikileme
Gizli haller sende bilgi hüner sende
Yönel bir gönüle secde eyle bir kâmile
Cennet cehennem sende arş-ı kürsi sende
Gül gibi bir el içi kokla gir ordan yola
Her şey sende her ne ararsan sende… (HŞY)