Varlık, bulunmaması imkansız olan bir arayıştır. O’nu aratan mevcutlardır..
Mevcutların aradığı vücud’dur..
Vücut, mevcudun içindedir. Vücutsuz olan hiçbir şey yoktur ama vücutlar var değildir..
Mevcutlardaki vücut, farklılıklardaki aynılıktır (a’yan-ı sabite’dir). Farklı mevcutlardaki vücudun aynılığı sabittir, değişmekten münezzehtir..
Dikkat etmek gerekir ki; Bir’e bölünmüyoruz, Bir’den bölündük. Bir’in ikisi ve üçü yoktur, olmadığının ispatı bir’liğin varlığındadır. Birliğin de ikisi ve üçü olamaz, birlikler diyemeyiz, biz birlik olduğumuz an sadece bir olmak vardır, bir bütün olmak vardır. O yüzden Bütün’ü bölecek bir kudret ve irade yoktur. Bütün’ün bölmeye güç yetirdiği bir kudret ve iradesi vardır. Bölünmüş olmamız, bir Bütün’ün böldüğünü gösterir. O halde Bütün vardır. Bölünenlerin aradığı, diğer yarımlarıdır. Bölündükleri parçayı aramaları, Bölen’in bütünlüğünü bulduracaktır. Burdaki ince noktayı yakalamak elzemdir; arayan mıdır bulan, aratan mıdır bulduran?
Yani mesele bizim aramamız değildir ki bulan da biz olalım. Bizden önce gelen yani parçadan önce bir Bütün var diyorsak o zaman tarikte de önce gelen arayan değil aratandır. Aratanın aratmasıyla bir arayış söz konusu ve bulduranın buldurmasıyla bir buluş söz konusudur..
Aratan ve bulduran Mürşid-i Kamil’dir. Bölen ve böldüğüne parçasını aratan Allah’tır. Yani Hakk, Kendini aratmaktadır. Arayanın çabası da Kendini bulmasıdır. Her bir tarafa savrulmuş yarımların bir araya toplanması ve kopmuş parçaların birleştirilmesi gerekiyor.
Toplanma yeri dergâh’tır..
Dergâh, birleşmenin merkezidir. Hakk ile Mürşid’in ortak noktası, aratan taraf olmalarıdır. Bu anlamda Mürşidini bulan aslında bir nevi Hakk’ı da bulmuş olmaktadır yani arayışın başlangıç kısmının tamamlanmış olup son kısmının Mürşid ile başlamasıdır. Mürşid’in Hakk’a yakınlığını bu iki vasıftan anlayabiliriz. Nasıl ki her ol’anı kendimizden değil O’ndan bilmeliyiz, arayış ve buluş da bizden değil Mürşid’dendir..
O zaman bize ne kalıyor?
Sadece talep etmek, aramak için yola baş koymaya niyet etmek ve bulduğuna erişmek ümidiyle yolu yürümeyi istemek. Eğer yürümek istersek Mürşid yürütür, aramak istersek aratır ve bulmak istersek buldurur.
Vücudumuz tektir, bir bütündür ama vücudumuzda mevcut olan elimiz, ayağımız, göz, burun, dudak ve kulaklarımız ikişer adettir yani sayıya ve bir şekle düşmüştür. Tek elle iş görmek çok zordur, diğer el ona destek sağlayarak yardımcı olur. Yani bir çuvalı kaldırırken iki elle sarılırız, güçleri birleştirmiş oluruz hatta gücün varlığı iki elin birliğinden ortaya çıkmaktadır. Mesela iki kulak farklı sesler işitmez, iki kulak bir sesi aynı anda, eşit şekilde işitir..
Kesret, vahdete hizmet eder ve kendini değil vahdeti öne çıkarır. İşiten kulaktan ziyade kulağın ne işittiğine bakmak gibidir. Her uzvumuzdan bir tane daha olmasının diğer manası, kulluğun ve acziyetin bilinmesidir. “Ben” dememek için ikişer tanedirler ve biri diğerine muhtaç olduğu için “biz” der.
Her şeyi tek başına “ben” yapabiliyor olsaydık “Sen” olur muydu?
Allah’ın “Biz” hitabı ‘ben’in de ‘Sen’den olduğunu göstermek içindir. Yüce bir yaratıcının gücünü kabul etmek için eksik yaratıldık. Acizlik benimsenmeli ki yüceliğe iman olsun. Kusur olmalı ki O’nun mükemmelliği bilinsin. Af için tövbe, tövbe için günah olmalıdır..
Mevcudiyetin kesret hali, vahdet-i vücuda duyulan özlemi bir nebze teskin edicidir ama tatmin edici değildir. Bölünme ile doğan ayrılık, vuslat için tetikleyicidir. O’na hasret kalmak, O’nun varlığına duyulan bir ihtiyacın ürünüdür. O’na olan özlem, özüne dönüş için bir çekme kuvvetidir. Kavuşmadaki ağlayış, O’ndan ayrı düşme ihtimalinin her zaman mevcut olmasıdır. Bu, yaratılmış olmanın kanunudur. Vuslatta hasret bitmez, gözyaşı dinmez. Her duygu hali iç içedir, bir arada yaşanır. Yapbozun birbirini bularak tamamlanan parçalarından ortaya çıkan manzaranın bozulmaması için bu kez bütünlüğü korumak bizim elimizdedir ki önce bölünen olmuştuk, şimdi bulmuş ve kavuşmuşken bölen ve ayrılan biz olmayalım.
Çünkü Mürşid sadece buldurmak için vardır; Mürşid birleştirici, toparlayıcı, bütünleştirici ve tamamlayıcıdır. Yıkıcı ve bozucu değildir, tekrardan tamir eden de değildir çünkü açılan yara kapansa da eskisi gibi olmaz, izi kalır..
Mürşid’in Hakk’sız olduğu bir an dahi yoktur ki yoldan dönecek olsak bizimle gelsin. Mürşid O’nunla kalır, O’nsuz geri dönen biz oluruz ki idrak farzdır..HŞY