Akıl, tamamen dışarıdan gelen sinyallere karşı duyarlı bir yapıdır. Gündelik yaşamımızı oluşturan, hayvani de diyebileceğimiz yaşamda kalma reflekslerimizi güdüleyen ve somuta en hızlı dönüşen soyut varlığımızdır.
Akıl düşünceye dönüşebilir!
Akıl nasıl düşünceye dönüşür?
Hızlı alınmayan kararlarda akıl düşünceye dönüşür.
Aklımıza gelen sinyali hızlıca sonuca ulaştırmadan önce üzerinde zam’an geçirmek, aklın düşünce mekanizmasına devrolmasıdır.
“Hızlı karar verme” derken, aklın düşünce ile istişare yapması öğütlenir.
Düşünceye devr’ol’an akıl verilecek olan kararı beklemeye alır. Artık karar akıldan çıkmış,, verilecek olan karar düşüncede olgunlaşma aşamasındadır.
Düşünce bu kararı enine boyuna incelerken tüm ihtimalleri kararın üzerinde toplar, bir nevi kaderini seçmek gibidir. Doğacak olan ihtimallerin varsayımları düşüncenin varlığı ile âlemde yaratma potansiyelini oluşturur.
Bu da kaderinin düşüncede yaratıldığının en güçlü kanıtıdır. “Kaderimiz önceden yazılmış” sözü, düşünce aşamasında var’olan ihtimallerdir.
Bir ilâhi vardır, can’lar Mürşid varlığından iyi bilirler; “Kararım kalmaz Allah’ım.” Aşık Yunus..
Burada Mürşid’in düşüncesi karara odaklı değil, gönlünün rızasına odaklıdır.
Mürid olan, olan ya da olmuş olanlar üzerinden bir karar vermektense, O’nun onayını beklemeyi tercih eder.
Olacak olan mutlaka olacaktır, kararlar üstüne düşünüp Allah’ın işine karışmaz, ne sunuyorsa tevekkül ile karşılar.
O’nun kararsız olanları sevmesi, Yunus’un (ruhu şad olsun) “Ben bilmem.” Zikridir, Allah’ın içine karışıp Allah’ın işine karışmamak, kararlar üzerinde düşünüp ihtimalleri çoğaltmamak ve hükmün iradesini karardan itibaren O’na bırakmaktır.
Bu ne güzel bir teslimiyettir..
İnsan iki âlemde bir’den yaratılmıştır, biri akıl ve düşünce(zahir), biri idrak ve akl’etme’dir (batın).. İki âlemde bir’den yaratılması, batıni yaratma için bir dış katman, zahir oluşturmasıdır. Zahiri batın için batınıda zahiri için yaratmıştır.
Rahmân ve Rahîm varlığının bir’bir’ine bağlı, iç içe geçmiş bütünleşmiş iki ucudur. İki uçta olması bir’birinden kopma değil, bütünün âleme yayılarak âlemleri yaratmasıdır. Tarik, bu iki ucun incecik çizgisinde seyrdir.
Ahiretin köprüsü sırat-ı müstakim O’ndan gelip O’na rücû eylemektir ve peygamberler ve Mürşid’i Kâmil’ler bir çok kez bu köprüden yürüyerek geçmiştir. Her miraç sırat-ı müstakim yürüyüşüdür.
Muhammed’e (s.a.v.) Kur’an’ı hatmetttiren, “okutup ezberleten” O’dur.
Öte âlemden haber getirenler, dost’doğru yol olan sırat-ı müstakimi bilirler..
Köprü “bağ” Dost (Mürşid) ile kurulur, Dost’a kurulur. Dost’un eli sıkıca tutmalıdır ki tuttuğu eli gittiği âlemlere götürür..HŞY