Doç. Dr. Mehmet Birgül tarafından kaleme alınan “Şeyh Galip’te Metafizik Buhran: Varlık-Yokluk ya da ‘Adem’den Âdem’e Varoluş” yazısına binaen…
“Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen
Belâ mevc-âver-i girdâb-ı hayret nâ-hudâ nâ-bûd
‘Adem sâhillerin tuttu dirîgâ bang-ı nâ-mevcûd” Şeyh Galip
Şeyh Galip bu dizelerinde, tüm alemlerin Adem’de yani insanda sırlandığını ve özüne yönelenin tüm belalar karşısında yokluk kervanında bir rehber eşliğinde yol almasıyla var’lığa ulaşabileceğine vurgu yapmaktadır.
Bela, sevgili’den ayrılmak anlamında ele alırsak hepimiz bu alemde garibiz. O’ndan kopup gelen ve madde alemine hasretle düşmüş olan katreleriz. Sevgili’den kopup geldiğimiz alemde vücuda erişirken bir çok feleklerden geçen insan perdelenerek bu alemde tezahür etmiştir. Batından zahire yani içten dışa gelen insanın yegane gayesi dıştan içe doğru yol alabilmektir. Bu yolculuk ise yokluk sahillerinde yol tutmaktır. Unutmamak gerekir ki tek var’lık O’dur. Her şey O’nun varlığının tezahürüdür ve O’nunla bir bütündür.
“Ben sizin Rab’iniz değil miyim?” sorusuyla O’nun bize nefesini üflemesi ve mevcut oluşumuz. O’nun nefesiyle şereflenen insan bu alemin gözbebeğidir. Eşref-i mahluktur. Amma her insan alemlerin gözbebeği midir? Sorusuna vereceğimiz cevap ise şudur ki:
Hayır, her insan değildir. Elbette her bir can kıymetlidir. O’nun nefesini, kıymetini taşımaktadır ancak alemlerin gözbebeği olan insan, ancak ve ancak İnsan-ı Kamil’dir. Yani yokluğa ermiş, kendini bulmuş, her bir sıfatı O’na iade etmiş, maddeden soyutlanmış, ölmeden önce ölmüş ve yine O’nunla var’lık bulmuş, büyük harfle yazılan İnsan’dır. Çünkü O’nun kendindeki hakkını yine O’na iade etmiştir ki yokluk işte budur.
Yokluk kervanı kolay yol alınabilecek bir kervan değildir. Bu kervanda yolcu tek başına çıkan fırtınada dümeni kontrol edemez. Dolayısıyla bir kaptana ihtiyacı vardır. Her bir fırtınada, her bir bela dalgasında alabora olmamak için bir yönlendiriciye, rehbere ihtiyacı vardır. Çünkü o rehber Hakk tarafından vazifelendirilmiş ve insanın içine olan yolculuğundaki nefsin tuzaklarını bilendir. Bu yüzdendir ki bir bilene tabi olmak gerekir. Tabi tabiyette teslimiyet vardır. Samimiyet vardır. Sadakat vardır ve dahi muhabbet…
Muhabbet ile kaynar aşk kazanı.. Tabi bu kaynamanın ateşi nefs ile mücadeledeki muvaffakiyetle orantılıdır. Dolayısıyla Şeyh Galip’in bela olarak tasavvur ettiği kendini bilmeme ve bu bilinmezlik içindeki nefsin oyunlarıdır.
“Belâ bu kim dahi sûret miyim ma’nâ mıyım bilmem
Sezâ-vâr-ı meges yâ lukma-i ankâ mıyım bilmem
Esîr-i pîçtâb-ı zülf-i müşg-efzâ mıyım bilmem
Perîşânî-i gam menşûruna tuğrâ mıyım bilmem
Gam-ı Yûsufla dolmuş Mısr-ı istiğnâ mıyım bilmem
Garîk-i Nîl-i hasret Gâlib-i rüsvâ mıyım bilmem” Şeyh Galip
Bu bilinmezlik içinde insan kendini sorgulamaya girer. Var’lığının kendisine vakıf olma sorgusu ‘Ben kimim’ le başlamaktadır. Bu sorgulama insanı kendine yöneltmektedir, iç alemine… Shakespeare ve Descartes’in söylediği gibi ‘var olmak ya da olmamak’, ‘düşünüyorum öyleyse varım’ terennümleri gibi bir şüphede değildir Şeyh Galip. Aksine var’lık’tan şüphe etmez. Varlık’tan emindir. Sadece bilmemezliğin sıkıntısı içindedir. Makalede ‘olmak’ değil, ‘ne olduğunu bilmek’ peşinde olduğuna yönelik bir yorum yapılmıştır. Aslında bunu şöyle ifade etmek daha anlaşılır olabilir.
‘Ol’ emrine mükabele etme çabasıdır bu. Yani olmaya çalışmaktan öteye gidip ‘olmak’. Bu işte kendiliğinden kapıları aralayacaktır. Çünkü bu hal kendiliksizlik halidir. Doğal olan o saf hal… Bir yaprak gibi olmak yani bu da rüzgara karşı mücadele etmek değil, rüzgara dalına sıkı sıkı tutunup teslim olmakla mümkündür.
Bizler hep yaşamın dalgasına karşı mücadele ederiz. Nasıl ki üzerine gelen dalgaya karşı yüzmek mümkün değilse ve bu çaba içinde olmak bizi yormaktan ve yıpratmaktan öteye bizi götürmeyeceği açıktır. Öyleyse biz dalgaya sırtımızı dayamalı ve ilerleyişimizi dalganın gücünden faydalanarak kontrol edebilmeliyiz. Yani bırakalım her şeyi dizayn eden Var’lığa kendimizi… Bir şeyleri kontrol etmekten, planlamaktan, öngörmekten öteye gidelim. Yaşamın akışında Var’lığın gözetleyeni olalım. Yani külli iradenin dilemesine razı olma hali… Erenler şöyle derler: ‘Lütfun da kahrın da hoştur’
“Tedbîrini terk eyle takdîr Hudânındır
Sen yoksun o benlikler hep vehm u gümânındır
Birden bile bul aşkı bû tuhfe bulanındır
Devran olalı devran erbâb-ı safânındır
Âşıkta keder n’eyler gam halk-ı cihânındır
Koyma kadehi elden söz pîr-i mugânındır” Şeyh Galip
Ve yokluk şudur ki: La mevcude ilallah.. O’nda fena bulma ve beka.. tek kelime SEN..
“Kalmadı hiç ağyar.. Hiç bir şeyim.. Aslında hep öyleydim..ben hiçliğime dücarım.. hiç.. sadece hiç.. ben ben değilim.. ve hiç olmadım.. ben Sen’im.. sühendancan”
NAZLI YAYINTAŞ