Yazı, insan gelişiminde önemli bir noktada yer almaktadır. Yazı, düşünce sisteminin ve akletmenin bir nizam içinde duygulardan ayırt edilerek bilinçte yoğrulan bilginin kaleme dökülme halidir. Yani yaşanılan, öğrenilen, duygusal gelişim için akdedilen ve tefekkür edilerek ulaşılan bilginin denetimli yani bilincin denetimi ile aktarılma sürecidir.
Şöyle bir düşünelim: Söz ile ifade ettiğin şeyler kısa bir zaman içinde dile gelir ve aslında akledilmeden denetimsiz ve duygularımızla birleşerek çıkar. Düşünce ve bilinç bir adım geridedir. O yüzden sözün düşünülmeden denetimsiz ifadesinde yanlışlıklar söz konusu olabilir. Ancak yazı farklıdır. Yazı düşünce dünyamızın yansıması olduğu gibi yazdığımız yazıyı tekrar okuduğumuzda tekrar tekrar bilincin süzgecinden geçer ve aklî ve bilinçsel denetim ile son hâline kavuşur. Yazısal olarak bilinç ve düşünce dünyasından geçen ve yoğrulan bilgiler sözel olarak ifade edildiğinde etkili yani kalbe, duyguya, akla hitap eden bir bütünlükle vücuda gelir ve elbetteki etki düzeyi daha da pekişmiş olur.
Bir atasözü vardır: “Söz uçar yazı kalır.”
Yazı o sonsuz bilinçteki bilgilerin harf ile vücuda gelmesidir ki bu nesillerden nesile aktarımı yazı ile olabilir. Yazı bir düzen ve bir nizam içinde aktarılarak bu bilgi aktarımı içerisinde insanlığın gelişimine büyük katkı sunar. Bir yazı bir başka düşünceyi doğurur ve o düşünce bir yazıyı, o yazı bir sistemi, o sistem kurumsallaşmayı, kurumsallık nizam için de genişleyerek yayılmayı, yayılan bilgi insanlığın bir üst seviyede seyrine yol açar. Bir merdiven gibi düşünelim. Bilinçten alınan bilginin çimento ile yoğrulması ve şekle bürünmesi ile oluşan yazı, ilerleyişte kişinin seviyesini gösterir ve göze ve dile gelen o seviyeye bir çimento daha eklenerek bir üst seviye çıkmana vesile olur.
Yazı, düşünce dünyamıza vesile olacak açılımı ve gelişim başlatır. Ben kendi düşünce dünyamdaki açılımı yazı ile ifade ederken ki o gelişigüzel ifade etmenin dışında kaldığı bir oluştur, o zaman ben kendi idrakimi ve bilincimi sunuyor ve talep ediyorum. “Ben burdayım ancak ilerlemek istiyorum” mesajını veriyorum esasen… Yazı aslında bir nevi düşünmeye ve gelişime sevkederken ögreticiden de bir talebi dile getirir. Daha fazla, daha fazla gelişimi ve düşünsel açılımı sunar. Yazı yazma anında tamamen duygudan arınmış olarak bir bağlantı oluşur. Bir silsile gibi… Düşünme, akletme, bilince başvuru ve o bilinçten üst akıl yani üst bilincin kapısını aralama… Bu silsilede üst bilincin kapısı mürşittir:Öğretici… Neyi aralar? Sonsuz bilinçteki düşüncenin aktarılmasını sağlar. Öğretici alır ve sana verir. O alış veriş sürecindeki düşünceler harfe dökülerek aslında bilginin diyeti ödenmiş ve sunulmuş olur.
Öğrenilen ve öğretilen hiç bir şey boşa değildir. Burada insan kendini aracı bilmelidir. Bu daimi bir hizmet halidir. Al- Ver… Al- Ver… Hiç beklemeden… Daima sun, daima sun… Sundukça genişliyor, genişledikçe boşalıyor ve daha fazla alıyorsun. Tabi amaç almak değil. Esas, bütünleşmek… Esas o sonsuz bilinçteki cezbede yok olmak… Cezbe, kendinden geçmek… Kendinden geçme; coşkulu sevgi… Coşkulu sevgi; Aşk… Aşk daima Sen der. Sen… Sen… O bilinç yavaş yavaş gönül alemine ışık tuttukça temizler, aydınlatır ve o ışķ yani Aşķ’ı damlatır. Aşk, hatır’la’tır. Yani aklı lâ kılar. Lâ hiç olmak, yok olmadır. Lâ olan vâv olur. Vâv ise tekrar bir döngüden hatır’a aktarır. Yani gönülden bilince akışı gerçekleştirir. Nitekim bu oluş ve seyir sürecinde talep sadece Aşk, Aşk, Aşk’tır. Gerisi kendinden kendine bir oluş…
Aşk ile Hu…🌾🍃💚