Selâ Resulullah ile selam’laşmadır..
Yaşayanlar tarafından ölüye okunması manidar olduğu kadar gidenin kalana Resulullah’ı hatır’latmasıdır..
Selâ’nın içine girersek oradaki her cümlenin ölen nazarından yaşayana bir hatırlatma barındırdığı, cismen ölüp giderken dahi insanın tebliğ halinde olduğu aşikardır..
Cismen bu dünyayı her terkeden mutlak surette Allah’ın varlığını yakın çevresine bildirerek rücu eder..
Birde bunu yaşarken dünyayı terkedenler, rücuda olanları düşünelim. Akla nasıl bir İnsan gelir..
Her türlü konuşmada, sohbet ya da muhabbet olsun ya başı ya sonu Hakk’a bağlayanlardır..
Bu İ’nsan’ları görmek bir yana düşünmek dahi Muhammedî Hakk’ikat’i hatır’latır..
Bu örnek İnsan’lar dünya aleminde azda olsalar yaydıkları Hakk’ikat’in varlığı ile tüm çevrelerini kuşatırlar, çünkü O’nlar alemleri kuşatan Rabbimizin mânâsıyla boyanmış Hakk’ikat ile kuşanmışlardır..
Onlara sadece İnsan denmez, bu sebeple giyindikleri maneviyat Onları Mürşid’i Kâmil, Âlim, Evliya zırhına bürümüştür..
Bu zatlara inansın ya da inanmasın, hiçbir insanın’da inançsız yaşayamayacağı söylenir. Kimini cismen ölmüşe mutlak bağlanmış anmakta olduğunu görürsünüz, kimi ise ölmezden evvel ölüp Hakk’ikat ile yaşayanın eline yüz sürmüştür..
Hakikatin cihadı içinde cismen ölenler ölmezler, ve dahi öyle kuvvetli çekimleri vardır ki yüzyıllar sonra bile yaşadıkları topraklar ya da türbeleri ziyaretçi akınına uğramaktadır.
Kendi ailesinden birinin kabrine dahi insan bu denli heyecanlı gitmeyebilir, bunun nedeni hakikatte ziyaret edilenin hiç görmediği cismi değil, varlığının çekimidir.
Tıpkı mekkeye akın eden kâbenin ziyaretçileri gibi.
Bu ziyaretlerin sıklığı ihtiyaç duyan inanç sahibine göre değişir. Dünyevi yapılan bu ziyaretlerle kişi kendindeki Hakk’ikat’ine çekilme gayesindedir..
Çünkü o manevi atmosfer kişiye bir sorgulama kapısı açar, ben neden buraya geldim?, burada ne var?, içimdeki bu inanç neden beni buraya çekti?.
Dergahlar içinde aynı durum geçerlidir ki, dergâhlar kâbeyi sembolize ederler..
Kâbeye gidenlerin hali şudur ki, buradaki bulduğum huzuru neden an be an duymuyorum, bu topraklara bu taştan kâbeye, dergâha, türbelere bu mânayı yükleyen kim??..
Maneviyatın ve mânanın taşıyıcısı olan İnsan, Kendi hakikatini bulana kadar bu ziyaretleri yapacaktır, yapmak zorundadır..
Hatta Kendi mânâsına kuşansa dahi türbe ziyaretleri devam etmelidir, lakin hakikatini bilerek. Onlar zahir türbe içinde, gezen yaşayan Kendi beden türbesi içinde..
Onların varlığı cisimlerin çok ötelerindedir, ne kadar yoklarsa o kadar çok vardırlar..
Mürşid’i Kâmiller yaşayan kur’an gibidirler, Muhammedi var’lığın canlı kâbesi, ziyaret edilesi hayy olan dergâhları içindedirler..
Onlara danışılan her konu mânâya dönüşür, Hakk’ın rıza noktasından yönlendirme yapılır.
En basit hali ile dünyevi olan her işin nasıl “ehli” aranıyor ve ona güven duyuluyorsa, manevi süreçte tıpkı böyledir..
Hiçbir insan yoktur ki, benim maneviyatim manevi anlayışım yok desin, hissiyatı olan her canlı mânâ’dan yaratılmıştır..
Mânâ, anlamlandırmak gibi algılansada mânâyı akıl ile değilde hislerimizle anlamlandırırız. Çünkü mânâ görünenin iç yüzünü hissetmektir, yani görünmeyen ve bilinmeyen yine kendi gibi olan hissiyat ile insanda açığa çıkar..
Bu hissediş bizlerin madde ötesine ait olduğunun işareti, göstergesidir.
Yaşarken selâ ile selâmlaşmak niyazıyla..
Ey Rasulullah salat ve selam sana olsun,
Ey Habibullah salat ve selam sana olsun,
Ey Allah Arşı nuru salat ve selam sana olsun,
Ey yaratılmışın hayırlısı salat ve selam sana olsun,
Ey önce gelen ve sonra gelenlerin efendisi salat ve selam sana olsun,
Hamd Alemlerin Rabbinedir.
Muhammedi olan Hakk var’lığına selâ’m olsun, edeb-i Aşk ile huu..