Ne aradığımızı bilmeliyiz ki bulalım. Aradığımız Hakk, ama onun hakkında ne biliyoruz? Nasıl bulacağız? Bilgiyle mi, ilimle mi?
Bilgi arayışı kitaplarla giderilir giderilmesine de kitabı yazanın da bir beşer olduğunu unutmayalım ki esasında aradığımız şey, beşer görüşü ve anlayışı değildir, Hakk’ın doğrudan Kendisidir. O zaman geriye ilim kalıyor. İlim kanalı, Mürşid’den akar çünkü O, kendini keşfetmiş, kendisinin farkına varmış kuluna Kendini tanıtır, kul da tanır. Allah’ın kelamına çok iyi kulak vermeliyiz, ne dediğine dikkat etmeliyiz ki O’na göre amel edebilelim, kendimize göre değil. Mürşid de sözlerinden tanınır bu yüzden Mürşid’in dedikleri çok iyi anlaşılmalı ve hep doğru bir şekilde anlama gayretinde olunmalı ki netice de güzel sonuçlansın. Mürşidini tanımayan biri ne istediğini de bilmez, o zaman nasıl hareket edecek?
İşte, kıpırdayamadan öylece kalakalıyor. Oysa tarikin yürümek için, yol katetmek için olduğunu unutmamalıyız ki yolda kalmayalım. Mürşid ile mürid arasında öncelikle bir tanışma faslı gerçekleşir yani kaynaşma süreci, bir’bir’ini anlamaya çalışır iki taraf. Söz ve davranışlar gözlemlenir, uyuşan noktalar yakalanmaya çalışılır. Bunlar elbette zahiren gerekli şeylerdir ve bir çabanın ürünüdür. İçsel olarak kendiliğinden meydana gelen bir hissiyatın oluşması lazım. Çünkü sevmek ve sevilmek bir doğallıktır, sevdirmek ise zorlamaktır. Sevmek hep düşündürür ve ilgi alakayı artırır, kalp sevmekle meşgul olur bu yüzden zamanının tamamını ona ayırır. Ne yemek ne içmek ne de gezmek, o ancak ona duyduğu sevgiyle beslenir. Tek gıdası sevgidir.
Sevgiyi değerli kılan sevdiğinin varlığıdır. Kuru bir sevgi anlayışından canlı olan bir sevgiye geçerek anlam kazandırmalıyız. Sevginin beraberinde taşıdığı değer saygıdır. Yani sevdiğini üzmemek için daim mutlu etmek için elinden geleninin en iyisini yapmaya çalışır. Bu anlamda sevginin ciddi bir emek istediği doğrudur. Müridin “ne yaparsam Mürşidim razı ve hoşnut olur” diye hep sorması gereklidir. Elbette bu göze girmek için değil sadece Mürşidine has olmalı. Sadece Mürşidini düşündüğü için olmalı. Mürid, Mürşidin gönül evini daima korumalı, ne bir zarar iliştirmeli ne de bir hasar görmesine izin vermeli. Müridin dış cepheyi koruması bedeniyle yaptığı bir hizmettir, bir de gönül evinin iç cephesi vardır ki Mürşid gönlünün içi ancak saf sevgiyle muhafaza edilebilir.
Görüldüğü üzere sevgi için yapılmayacak bir şey yoktur, göz karartılır, göğüs gerilir. Bir üst ve son boyutu olan aşkta ise yapamayacağı şey yok dediğimiz kişinin kendisini bulamayız. Aşkın en güzel hali laf ve sözün, icraatların tükenip bitmesi ve artık can verilmesidir. Eğer gerçekten çok sevilirse uğruna can verilir. Seven, nefesini düşünmez, canını düşünmez, hatta sevdiğini dahi düşünmez. Seven, sevdiğinin olduktan sonra yani kendini ona adadıktan sonra düşünülecek bir şey kalır mı geride?
Artık sevenin aşkı hüküm sürer, aşkı var eden güçlü ve sarsılmaz bir sevgidir. Aşığı da maşuku da aşk içine almıştır, aşkla kaplanmışlardır. Ne ben varım ne sen, seni sevmek güzelmiş fakat aşk senden de daha güzel.
Aşka layık olsaydım aşkımla övünürdüm lakin aşka kurb’an oldum.