Tek bilen Rabbim, bizleri Kendi’nden var ederken Ruhi Aşk ile sevgi üzerine yarattı..
Hâliyle biz yanlız başımıza doğmadık, O’nun içimize sevgiyle üflediği ruhuyla dünyaya geldik. Yani dünya âleminden önce sadece O’ vardı ve ilim O’na aitti. Kendindeki bilgisiyle bilgilice yaratmadı çünkü bilmek, sevmek için yeterli olmadığı gibi madde boyutunda kalır. Allah’ın özü mânadadır. Batıni tarik varlığını burdan anlayabiliriz. Çünkü şeriat bu dünyada yol aldırırken tarikat ahirete yol aldırır yani tarikat, maddeden mânaya geçişin köprüsüdür. Bunu uyarlarsak, doğduğumuz beden bilgisini geçip var olduğumuz ruh ilmine intikal etmeliyiz. Çünkü doğum öncesi bir var oluş söz konusudur. Doğum evresini bilgi ile aşabiliriz ama varlık evresi bilgi ile geçişe kapalıdır, varlık evresi yani başlangıcımız bilgiyle aşılmak istemez..
Burası aşk’ın aşkınlığını ister. Çünkü aşılıp da geçilecek bir evre daha yok, artık burdan itibaren ezel vardır yani öncesizlik. Hatta Kur’an’da der ki; “siz bilmezsiniz Allah bilir”..
Demek ki hiçbir zaman da tam bilemeyiz ve bildiklerimiz de O’nun bildirdiği, öğrettiği kadardır..
Dost buna çok güzel bir misaldir; Dost bilgisiyle mi öne çıkar yoksa aşkıyla mı, sevmesiyle mi? İlm-i ledün’ü Dost mu bilir yoksa Allah mı?
Dost, sevendir. Dost, aşkı bilmez, aşk bir hâldir. Dost aşk hâlinde hayatiyet bulur. Dost, aşkı zerrelerine kadar yaşar, aşkı tadar. Dost’un gözü, gönlü O’ndan başkasını görmez. Dost O’na yürekten, ezelden sevdalıdır ebediyete kadar. Dost O’na taliptir, bilgisine değil. Zaten Dost, O’nun için yaşadıkça, sadece O’nun oldukça O’ vermektedir, lütfetmektedir. Dost O’ndan ne alırsa alsın sevgiyle alır, içinde sevgiyle taşır. Daha ince bir anlam yüklersek, özünde bir alan da yoktur. O’ kendinden kendine verir. Çünkü Dost O’ndan olmuştur o yüzden ikilik değil tek bir varlık görünür. Yani Dost’un bize verişi Hakk eliyledir. Dost’un bizi sevmesi Hakk aşkı iledir. Dostla muhatap olmanın ehemmiyeti burdan anlaşılmalı. Dost’un şükrü bilmiş olmasına değil, bildirenedir. Dost, “ben bildim” der mi, “bilgi sahibi oldum” der mi? O’ varken ‘ben’ der mi?
İşte Dost’un Hakk’a bilgiyle değil sevgiyle, aşkla bağlı olduğunu burdan anlamalıyız. Dikkat edersek Dost’un bize olan telkinleri de hep O’na yönlendirmek içindir. Dost neden ısrarla sevin, âleme- cümle yaratılmışa sevgiyle bakın ve sevgiyle yaklaşın der? Çünkü biz O’ndan bilmeksizin geldik. Bilgi bir araç ve menfaat işidir, kişinin kendi kârınadır. O’ bizden daha iyi biliyorsa O’na eksik ve yarım olup sonradan edinilmiş bilgimizle yakınlaşabilir miyiz? Ama sevmek içtendir, derinlerden gelen yoğun bir hissediştir. Sevgi herkesin doğuş özünde ve varlık temelinde bulunduğu için kimse sevmeyi öğretemez. Dost, sevmenin yolunu gösterir. Esasen kimin sevilmesi gerektiğini söyler. Ve biz doğarken hiçbir şey bilmiyorduk bu yüzden bebek safiyeti vardı. Bir bebek ateşe yakıcı olduğu için yaklaşılmaması gerektiğini bilmez ve bunun için elini ateşe sokmak, o duyguyu tatmak ister. Bunun için de gözü kapalı, korkusuzca ateşe doğru sıcaklığı hissetmeye ve yanmaya gider. Aşk da buna benzer. Bilirim diyen ateşe yaklaşmıyor ve doğal olarak yanmak nedir bilmiyor ki. Ben bilmem diyen Dost, ateş-i aşk’ta kavrulmuş, yanmış ve nihayetinde pişmiştir..
Şimdi Dost’a sorsak aşk nedir diye? Dost aşk’tan nasibini alıp âşık olduğu için bize anlatır. Nasıl yandığını, o yanışın tadını tek tek ayrıntısıyla anlatır çünkü yaşadı. Hakikat bir aşk yoludur, Dost ile marifet olunur. Gerçekten Hakk’ı seven, Hakk’a aşık olmayı, O’nun uğrunda yanarak bitip yok olmayı, O’nun aşkından doğarak var olmayı yani aslına rücu etmek dileyen, Dost kapısına gitmeli, Dost’un huzuruna durup Dost ile yürümeyi niyaz edip Dost’a teslim olmalı..
Madem Hakk’a giden yol aşk’tan geçiyor o zaman aşkı hâl ehlinden dinlemeli. Önce Dost eline başımızı koymalı yani maddeyi kurban etmeli ki Dost, sinelerimize Hakk’ın mânası olan aşkın hakikatini yerleştirsin.