Anlamaya çalışmak sonu gelmeyen bir eylemdir. Hal böyle olunca Allah’ı, dini anlama çabaları da sonsuzdur. İnsan düşündükçe her anda okuduğuna, gördüğüne ve hissettiğine farklı anlamlar vermektedir. Bu, anlayış, düşüncenin ve tefekkürün boyutuyla alakalıdır. İslâm dinini anlamaya çalışırken fikrimce toplumların uygulamalarından yola çıkmak doğru değildir. Bu uygulamalar zaman içerisinde, anlayış ve yorum farklılıklarına uğramış olabilir. En doğrusu ana kaynaktan yola çıkmak olacaktır. Bugün için elimizde Kur’an-ı Kerim temel olmak üzere Peygamber Efendimizin (S.A.V) yaşamı ana kaynaktır.

Peygamber Efendimizin yaşam tarzının Kur’an ahlakı olduğu bilinmektedir. Kendileri “Ben güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim.” buyurmuştur. Buna göre Din’i anlamak için Kur’an-ı Kerimi okuyup, okuduklarımızı Peygamber Efendimizin yaşantısı ile anlamlandırmak gerektiği kanaatindeyim.

Allah katında din tektir. Bütün peygamberler O’nun hanif dinini tebliğ etmişlerdir. Peygamberimizin ve kendinden önce gelen tüm peygamberlerin yaşantılarını bilmeden, öğrenmeden, anlamadan tebliğ ettiklerini anlamakta zorlanırız. O nedenle Hz. Peygamber’in yaşamını da çok iyi bilmeliyiz önceki peygamberlerin de. Peygamberler, resuller, nebiler, Allah’ın bildirdiklerini insanlara bildiren, Allah’ın emrettiği ahlak ile yaşayan ve topluluklarını o ahlak ile yaşamaya yönlendiren yüce zatlardır. Kur’an öğütleri Efendimizin gündelik yaşamı esnasında gelişen hadiseler vesilesiyle Cenâb-ı Hakk’ın rahmet dünyasının coşması ve merhametinin tecellisi ile “şöyle yap, böyle yap” şeklinde yaptığı yönlendirmelerdir. Eğer o yaşantıları bilemezsek ayetlerdeki manayı çözebileceğimizi düşünmüyorum. Manasını çözemediğimiz bir emri de yaşantımıza aktarmak kolay olmayacaktır. Ayrıca o uyarılara bu gün yaşantımıza uygulamak suretiyle Allah’ı , Peygamberi canlı tutamayız, yaşamımızın içerisine alamayız.

Efendimizin yaşamını bilmenin bir diğer güzel yanı ise şudur ki “o da bir insandır.” Bizim gibi değildir ama bizim cinsimizden olan birisiydi. Her varlık türünün önderi kendi cinsindendir. Öyle olmasaydı biz kendimize Efendimizi örnek alamazdık. Bir sıkıntıya düştüğümüzde Efendimizin veya diğer peygamberlerin yaşamına döneriz. Onların yaşamlarını bizim yaşamımızla karşılaştırdığımızda çok daha ağır ve zor durumlarla karşılaştıklarını ama bunu yaşarken sabrı ve şükrü katiyetle terk etmediklerini görürüz. Allah’ın rızasına böyle nail olmuşlardır. Onlar da kul, onlar da yaratılmış idiler. Her yaratılmışın dünya yaşamında karşılaşabileceği her şeyi önce onlar yaşamışlardır.

Bugün için de insanlığa Allah’ın ışığını yansıtan yolu aydınlatan silsile bağı ile Hz. Muhammed’e ve Allah’a bağlanmış O’nun velileri vardır. O, onları dost edinmiştir. Onlar, Hz. İbrahim’in dini olan hanif dine uyarlar ve samimiyetle O’nun yoluna tabi olurlar. Kim ki o Dost kullara tabi olurlarsa iki elin üstünde eli olacağını söz vermiştir Hakk (Fetih/10).

Kişilerin kendilerine “Ben Allah dostuyum.” demesi yeterli değildir. Allah’ın ona “Bu benim Dost’umdur.” Demesi gerekir. Bir insan Kur’an ve Peygamberlerle ilgili bilgi sahibiyse ve onu yaşamına taşıyorsa bunun bir değeri vardır ve biz gözlemleyerek dahi bunu ayırt edebiliriz. Zira Kur’an daima aklını kullanmayı emreder. Akıl hiçbir zaman askıya alınmaz, kiraya verilmez, terkedilmez. O Allah Dostları ki tıpkı O’nun gibi önde görünmez ve kendilerini latif bir perdeyle gizlerler. Yetiştirdikleri çıraklarıyla, hizmetleriyle, eserleriyle bilinirler. Peygamberler misali hiç kimseden bir ücret talep etmezler. Her insanın varlığının Hakk olduğunu bilirler ve içerideki kıymete hürmet ve tazim ederler. Âleme aşk ile bakarlar. Kendilerine değil, Allah’a yönlendirirler.

Hani dua edilir ya “Allah öteki dünyada Peygamber’e komşu eylesin” diye, işte bunun kapısı bu dünyadadır ki bu dünyada Peygamber’in yaşadığı gibi yaşayamıyorsak, O’nun dostları, peygamber varisleri olan mürşid-i kâmiller gibi yaşamıyorsak beyhude bir beklenti olacaktır. Bu dünyada dost varlığıyla ünsiyet edene, ülfet edene açılır kapılar. Kimse demesin ki bu zamanda olur mu? Şunu unutmayalım ki başımıza gelen tüm musibetlerin sebebi O’ndan ayrı düşmemizdir. O’na yönelmek yerine bizim için yarattıklarına dönük yaşamaktır. O “isteyin vereyim” diye seslenirken biz dünyalık talep ediyorsak “yerden biten soğana, sarımsağa rağbet edip, kudret helvası ve bıldırcın”a sırt dönüyorsak daha katetmemiz gereken çok yol vardır.

PREVIOUS ARTICLE

Her Hadiseyi Hayır Bil

Yorumlar

  • (not be published)