Muhabbet kelime anlamı ile hub (hubb) kökünden isim olduğu, hub ise kısaca “buğzun zıddı” olarak tanımlanmaktadır (Lisânü’l-ʿArab, “ḥbb” md.; Tâcü’l-ʿarûs, “ḥbb” md.).
Literatürde muhabbet ve hub ile meveddet ve vüd (vüdd) yaygın biçimde kullanılmaktadır ki bu kelimeler “sevgi” anlamına gelir. Muhabbet, sevginin coşkulu şekli olan aşk ile de ifade edilmektedir.
Tehânevî, vüd ile ilgili “seveni kendinden geçirecek derecede coşkulu sevgi” şeklinde tanımlar. (Keşşâf, II, 1470)
Bazı âlimlere göre muhabbet “eğilim, meyil” mânasında iradenin eş anlamlısı olup “kişinin iyi olduğunu bildiği veya zannettiği şeyi istemesi” anlamına gelir. Bununla birlikte muhabbetin iradeden daha güçlü bir istek mânası içerdiği de belirtilmektedir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “ḥbb” md.; Tehânevî, I, 270).
Muhabbet; sevgi, aşk, kendinden geçirecek kadar coşkulu sevgi, iradeden daha güçlü istek, arzu anlamlarını düşündüğümüzde öyleyse cümle yaratılan muhabbetten oluşa geldi, diyebiliriz. Yani Cenab-ı Hakk sevdi, muhabbet duydu ve yaratılanı bu sevgi ve muhabbetten kendi varlığından yarattı. İnsan muhabbetten doğdu.
Bu doğuşu hem madden hem de manen ele alabiliriz. Iki kişinin yani anne ve babanın birbirine duyduğu sevginin meyvesi olarak dünyaya gelen bebek, ilk doğumunu fiziken sevgiden gerçekleştirmiş oldu. Sevgi ve muhabbet ilk doğuşa vesile oldu. Bebek olan insan sevgi ile büyüyerek gelişti. Peki ya fiziki âlemde resmedilen ve nüksedilen bu doğum manevi bir doğuşun bir nevi simgesi ya da anlatıcısı olamaz mı?
Şöyleki ruh, O’nun sevgisinden oluşagelen ve O’nun bir parçası olarak sunulan bir özdür. Ruh, bedene büründüğünde perdelenir. Bu perdelenme yani insan olma sürecinde ruhi bilinç de perdelenir ve unutur. Hatırlamak aslında yeniden doğuştur. Hatırlamak için yani yeniden doğuş için muhabbet gerekir. Sevgi, aşırı sevgi, kendinden geçecek iradenin üstünde coşku ile arzulamanı sağlayacak aşk-ı muhabbet bir hatırlatıcı ve tetikleyicidir.
Peygamber Efendimize vahiy gelmeden önce sürekli bir halvete çekilme halindedir. Halvet, Hakk ile yani içindeki Sen’le baş başa kalmadır. Aslında bu bir muhabbet, tefekkür ederek içindeki Sen’e edilen bir yolculuktur. En sonunda aralanan perdeler ile muhabbet vuku bulmuş, aşkından tohumlanan vahiyler zuhur etmiştir. Allah’ın muhabbetinin En Sevgili’den yansıması ve dileyişidir İslamiyet…
Aşk-ı Muhabbetten Kur ‘an vücuda gelmiştir ki önceki semavî kitaplarda da muhabbet vurgusu çok vardır. Özellikle İncil ve Kur’an’da muhabbet üzerinde önemle durulmuş ve muhabbetin dinî hayatın temeli ve aslî unsuru olduğu ifade edilmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm’de muhabbet bir âyette (Tâhâ 20/39), hub ise dokuz âyette geçmekte, yetmiş iki yerde aynı kökten isim ve fiiller yer almaktadır (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ḥbb” md.). Bu âyetlerde sevginin hem Allah’a hem insana nisbet edildiği görülür. “Allah onları, onlar da Allah’ı severler” (el-Mâide 5/54) ifadesi Allah’la kullar arasındaki karşılıklı sevgiyi vurgulamaktadır. Allah’ın isimlerinden olan vedûd (Hûd 11/90; el-Bürûc 85/14) onun kullarını çok sevdiğini ifade eder.
Asr-ı Saadet döneminde muhabbet meclislerini görürüz. Peygamber Efendimiz sahabelerine muhabbetini sunarak Allah’ın sevgisini ve O’nun Varlığının hakiki manasını anlatmıştır. Muhabbette ileri gidenlere açılan hakikat kapısı ki ilim sunulmuştur. Hz. Ali Efendimiz yakînlikte en ileri giderek “Ilim Şehrinin Kapısı” olmuştur. Peygamber Efendimiz ile muhabbeti Hz. Ali’ye öyle bir bağ kurmuştur ki “Ali benden, ben Ali’denim” kelamın vasfına nail olmuştur. Yani aynîleşme vuku bulmuştur. Yakînlikten birliğe ve tek’liğe erişilmiş ve Peygamber Efendimizin muhabbetinden yeniden doğuş ile şereflenen Hz. Ali Efendimiz kendini aradan çekmiş ve tamamen yansıtan, ayna, olmuştur. Muhabbetten hiçliğe yolculuk…
Muhabbet öyle bir mihenk taşıdır ki insanin kendindeki hakikatine yol eylemesini ve hiçlikteki doğuşla sınırlılıkları aşarak tek’liğe erişmesine kapıları aralar. Muhabbet geniş düşünülmelidir. Insan her şeye muhabbet duydukça bütünleşir ve bütünleştikçe aşkınlığa erişir. Bitkiye, hayvana, eşyaya, yaratılan her şeye… Yaratılanın hakikat sırrına vakıf olabilecek ilim ancak bu muhabbet ile mümkün olabilir.
Şunu da belirmek gerekir muhabbet kaynaksız olmaz. Can muhabbetinde sürekli kaynaktan beslenir. Hz. Ali Efendimizin Peygamber Efendimizden beslendiği gibi… Bu bir silsiledir. Silsile ile hakikate bağlananlar bir tarik eylemiştir. Tarik, aşkın yolculuğudur. Erenler, Veliler, Pirler aşıklara daim aşkın yolunda kaynak olmuşlardır. Silsileden alınan hakikatın gücü, kaynağa teslim olup sadece aşk ve muhabbet dileyenleri besler. Mürşit, kaynağın an’daki kendisidir. Şüphesiz eminlikle kaynaktan beslenen aşıklar muhabbetle yeniden doğar ve aslına rücu ederek ismi ile müsemma olur.
Aşk, asıl hakikattir. Muhabbet, aşka giden yolculuk ise muhabbet gemisine binmeden hiç olur mu senden hakikati manasıyla İnsan?
Muhabbetle…