Tarikat zahiri bir kavram olup, meşreplere, kişilerin dinsel algılarılarına göre değişkenlik gösteren yapılardır.
Her tarik eyleyen kişiyi çeşitli tarikat kollarından duyulan ortaya çıkan olumsuz durumlar üzre yargılamak hoş olmasa gerek.
Tarikat denildiğinde bir çok zahir yapı ya da kurum gibi sebebi ile öz’leşmeyen, gayeye dönük haller sergilemeyen insanlar tarih boyunca olmuştur. Olumsuzluklara bakıp tarik’te olanı zann altında bırakmaktansa güzelliklere bakıp, bir Yunus misali o haller aranmalıdır.
Peki hakikatte tarikat nereden gelmektedir?
Tarikat’ta tarik eylenecek yolun tek izi Muhammedi an’layıştan gelen o silsile bağıdır, yani insan kur’an üzre tarik eylemelidir.
OKU kelamı Muhammed’in (s.a.v) nezdinde her bir insana O’nun seslenişidir, aksi olsa idi kur’an üzre kurulan bağ, alâka, Muhammed ve Allah arasında sır kalırdı. Anlatmasa, yazdırmasa nereden bilinecekti son peygamber olan Muhammed!
Müjdeci olarak gelmiş ve bu içsel tariki beşerlik noktasından tamda olması gerektiği gibi yaşamış. O’nun kudreti ve izni ile bir kitapta bütünleştirmiş, an deminde dahi olmakta olanlar kıssalar ve menkıbeler şeklinde anlatılmıştır.
Kur’an öyle bir an’latım ki, an’ın içinden an’a geçiş yapılmış, şu an’a dahi ışık tutan tarik eyleyene yol gösterek hiç bir hadiseyi boşlukta bırakmamıştır. Anlatımı ile tüm kitapları içinde barındıran soru ve cevaplarla dolu tek kitaptır.
Tarikat kurumlarına, ama gerçek ama kulaktan dolma bilgilerle yorum yapılmamalıdır.
Misal dergâhın bir sözü vardır “gir de gör değil, gör de gir denir” ki, bu bilmeden görmeden yorum yapmamak hali her insanın zahir yaşamı içinde geçerlidir.
Babaya bakıp çocuğu, çocuğa bakıp babayı katiyen yargılayamayız, kaldı ki zahir yaşam içinde bile iki insan bir resme bakıp farklı yorumlar yapar, bu insanın içinde bulunduğu duruma göre değişkenlik gösterir, yani yönelişin safiyetlik derecesine göre kişi dışarıya akar.
Şöyle bir örnekte verebiliriz!
Bir işyerinde çalışıyorsunuz, arkadaşın olan biri ahlak kurallarına uymayan bir şey yaptı, senide onun yaptığından sorumlu tuttular. Düşüncen tepkin ve ilk sözün şu olurdu “bu doğru bir anlayış değil, ben bir şey yapmadım” kendini ifade edecek bir yere ihtiyaç duymazsın, kendi kendini ifade edersin, çünkü arkadaşın yaptı sen yapmadın gönlün rahattır. Dersin ki “ya hu beni tanıyorsunuz, arkadaşımın yaptığını gördünüz, arkadaşı olduğum için yapmadığım bir şeyden ötürü beni yargılayamazsınız”. Zahir yaşam içinde bu olayla ilgili kendinden ne kadar eminsen, tarik eyleyende Hakk’a teslimiyet
içinde var’lığın müdafasını kendinden verir.
Var’lık hissi öyle bir koruma kalkanı oluşturur ki, karşınızda kim olsa sükût eylemek mümkün değildir. Ailen dahi olsa teslimiyetin getirdiği ayrışma, O’na olan bağ’lılıkla O’nu herşeyin öncesine almak Hakk’ikat’in Aşk’ıdır.
Burada Sevgili diyor ki, “hayy’di kulum göster teslimiyetini, bildir Hakk’ikat’imi”, işte bu hâl Var’lığın bilinmesi, Hakk’ın İ’nsan’dan murad eylediği, dileğinin Hakk’ikat’e ermesi…
O’ nur’u ilâhi Kendi bilinmezliğinin bilinmesini Hakk’ikat’ten bildirdi.
Şimdi bu yolu bilmeyen neresinden tutup nasıl yorum yapsın, olumsuzluklar ile yargıya varırsan içindeki Rabb’ı kapatırsın. O’ndan yaratıldık O’nunla varız diye bağırırsın, Hakk ile batılı ayrıştırmalısın.