Ey insan! Unutma!
Yaptığın her şey kendine geri dönüyor!
İnsanın yaptığı işler iyi veya kötü olarak değerlendiriliyor. İyilik yapanlar, yaptıklarının mutluluğunu yaşar. İnsanlara merhametle yaklaşmak, ihtiyaç sahiplerine yardım elini uzatmak, sıkıntılarını gidermekte yardımcı olmak, zorda ve darda olanlara ilgi göstermek, güler yüz ve sevgiyle yaklaşmaktır iyilik yapmak.
Bir gülümsemek… Bir hal hatır sormak… Bir selam vermek…Güzel söz söylemek… Sözü güzel söylemek…
İnsanın, hal ve davranışlarıyla başkalarını mutlu etmesi iyiliktir. Aslında kendini mutlu etmektir.
Gamlı olanları, dertli olanları, kederli olanları mutlu etmek…
Gönlü kırık olanların gönüllerini tamir etmek, mahzun olanların hüzünlerini gidermek…
İyilik yapmanın mutluluğunu hisset!
İçten gelerek iyilik yap!
İyilik yapmaktan asla vazgeçme!
Fransız filozof Denis Diderot: “Yalnız iyilik yapmak yetmez, iyiliği incelikle de yapmak gerekir.”
İyiliği, gönül kırmadan, mahcup etmeden, eziklik hissetirmeden incelikle yap!
İyilik yapanlar mükafatsız kalır mı?
Ya kötülük yapanlar?
Yaptıkları yanlarına kâr mı kalacak zannederler?
Yaptıkları kötülüklerden vicdan azabı çekmiyorlar mı?
Ne yazık ki bazı insanlar gücüne, makamına, varlığına, kuvvetine güvenerek kötülük yapmaktan çekinmez. Bu insanlar yaptıklarının karşılığını göreceklerini unutur. Hırsına yenik düşerek yaptıkları zulümler, işledikleri cinayetler, verdikleri zararlar, maddi manevi işkenceler, haksızlıklar yanlarına kâr kalacağını mı düşünürler?
İnsanları rencide edenler, haklarını gaspedenler, acı çektirenler…
Hayır, hayır!
Yaptığın hiçbir şey yanına kâr kalmaz!
Şöyle bir hikaye anlatılıyor:
Abbasilerin beşinci halifesi Harun Reşid, sarayının bahçesindeki bir gül fidanını çok beğenir. Yaprağı, kokusu, görünüşüyle dikkatini çeken gülü özel bakıma alması için bahçıvana emir verir:
“Bahçeye her geldiğimde bu güle bakarak dinleniyorum. Bunu özel korumaya al, suyunu sık ver, yapraklarını tezden dökmesin.”.
Bahçıvan üzerine titremeye başlar gülün. Ne var ki bir sabah bahçeye gelen bahçıvan bakar ki gülün dalına konan bir bülbül ne kadar yaprak varsa hepsini gagalayarak yere düşürmüş.
Telaşla koşar ve halifeye:
“Sultanım der, üzerine titrediğimiz gülün yapraklarını bir bülbül gagalayarak yere dökmüş, tek yaprak bırakmamış gülün başında.”.
Tecrübe sahibi halife telaş etmeden cevap verir:
“Üzülme efendi üzülme, der, bülbülün yaptığı yanına kalmaz.”.
Rahat nefes alan bahçıvan işine döner. Bir gün bakar ki, bir yılan yaprakları düşüren bülbülü yakalayıp ağzına almış, yutmak üzere otların arasında kayıp gidiyor. Heyecanla yine halifeye gelir:
“Sultanım der, yaprakları yere düşüren bülbülü bir yılan yakalamış, götürürken gördüm”. Sultan yine telaşsız:
“Merak etme Efendi, der, yılanın yaptığı da yanına kalmaz.”.
Bahçıvan yine işine döner. Bir ara bahçede çalışırken otların arasında yılanı görür. Hemen elindeki küreğiyle darbe üstüne darbe indirerek yılanı orada öldürür. Sevinçle halifeye de durumu anlatır:
“Sultanım der, bülbülü yakalayan yılanı ben de bahçede otlar arasında yakalayıp küreğimle öldürdüm.”.
Harun Reşid yine sakin:
“Bekle efendi bekle der, senin de yaptığın yanına kalmaz.”.
Nitekim çok geçmeden bahçıvan da rakip gördüğü bir başka bahçıvanı döver. Bahçıvan yakalanıp halifenin huzuruna çıkarılır.
Halife emrini verir:
“Atın bunu zındana!”
Zindana götürülürken geriye dönen bahçıvan halifeye şunları söyler:
“Sultanım, der, bülbülün yaptığı yanına kalmaz dediniz, onu yılan yuttu. Yılanın yaptığı yanına kalmaz, dediniz, onu da ben öldürdüm. Şimdi benim yaptığım da yanıma kalmıyor, beni de sen zindana atıyorsun. Herkesin yaptığı yanına kalmıyor da senin yaptığın mı yanına kalacak? Demek sana da bir yapan çıkacak. Öyle ise der, gel sen bana yapma ki bir başkası da sana yapmasın!…”
Bu değerlendirmeyi tedessümle dinleyen Harun Reşid: “Doğru söyledin bahçıvan” diyerek emrini verir:
“Bırakın bahçıvanı, çiçekleri sulamaya devam etsin.”. Derler ki:
“Yaptığı yanına kalır.”.
Halife: “Hayır, hayır! der, kimsenin yaptığı yanına kalmaz. Daha ağır şekliyle ahirette ödemeye tehir edilir. Ama gafil insanlar bunun farkına varamaz da, yaptığı yanına kaldı sanırlar…”
Siz ne dersiniz? Bu gerçeğin farkına varıyor mu insan. Yapılanlar kimsenin yanına kâr kalmadığına inanıyor mu? Yoksa ancak başına geldiği zaman fark edebilecek…
Rus romancı Dostoyevski: “Ne tuhaf bir dünyada yaşıyoruz, kötülük yapmak kolay, iyilik yapmak zor.”, diyor.
İyilik ve kötülükler karşılıksız kalmaz!
Unutulmamalı ki, kötülük yapan kötülüğünün cezasını er geç bulur, aslında onun kötülüğü, kötülük olarak kendine yeter. Kötülük sonuçta yapana döner. İnsan nereye giderse gitsin onunla gelir, vicdanı yakasını brakmaz. Vicdan mahkemesinden kaçış yoktur. Kötülük yapan asla iflah olmaz.
İnsan yaptığı kötülüğün azabını içinde hisseder mi?
Bir gün yaptıklarından pişman olduğunda, geriye dönüş olmadığını düşünmelidir insan.
Acımasızca insanların hayatlarına kıyanlar, yetimlerin malına el koyanlar, hileyle başkasının hakkını gasp edenler…
İnsan ne yapıyorsa yapsın, kendine yapıyor!
İnsan yaşattığını yaşamadan ölmez. Bunun örneklerini görmüyor mu, şahit olmuyor mu bu insan!
Yaşattığını yaşamadan ölmezmiş insan. Hiç mi akla gelmiyor bu söz. Hiç mi korkmuyorsun yaptıklarından?
Yaptıklarının hesabını vereceğinin bilincinde yaşa!
Yaptıklarını unutma. Elbette bir gün gelir hesabı ödetilir. Kendi kendini aldatma. Bana kimse bir şey yapamaz, bana bir şey olmaz diyerek kendini kandırma. Öyle bir duruma gelirsin ki sen de hayret edersin. Misliyle bedelini ödersin. Ama çok geç…
İnsan en yakınlarına bile kötü davranabilir, kötülük yapabilir. Ama gün gelir devran düner bir gün onlara muhtaç olabilir.
Ey insan! Kendine gel!
Attığın iftiralar, söylediğin yalanlar, yalancı şahitlikler, hileler…
Ey insan! Yeter! Bir dur!
Yaptığın kötülüklere yeter de!
Kötülüklerinden vazgeç, geç olmadan vazgeç, kendini heba etme.Yaptıklarından kork, kork, çünkü her kötülüğün bir geri dönüşü vardır. Bil ki, başkasına kötülük yapan aslında kötülüğü kendine yaptığından bihaber.
Başkasının canını yakan insan, aslında kendi canını yaktığını bir anlayabilse!
İnsan her ne yaparsa kendine yapar!
Hiç kimsenin yaptığı yanına kâr kalmaz!